22 Aralık 2013 Pazar

Anadoluculuk


 
KİMLİK ARAYIŞI

ABD’li psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde sevgi ve aidiyet ihtiyacı, fiziksel ve güvenlik ihtiyacımızdan hemen sonra, üçüncü sırada yer alır. Halkını birarada tutmayı amaçlayan siyasi birlikler, işte insanların bu ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak onlara etrafında birleşecekleri bir kavram sunmak zorundadır. Sunulan bu kavram ne kadar heyecan verici olursa o siyasi birliğin veya devletin bireyleri arasındaki ‘birlik ve beraberlik’ te o kadar sağlam ve anlamlı olacaktır. Bugün, çok farklı ırklara, renklere, dinlere ve kültürlere mensup vatandaşlara sahip olan ABD’nin, bu insanları bir ABD vatandaşlığı olgusu etrafında birleştirebilmesi bunun en güzel ve güncel örneğini oluşturmaktadır.

Çok doğal olarak insanlar kendilerini birden fazla aidiyet içinde görürler; din, ırk, ideoloji, hemşehrilik, futbol takımı taraftarlığı gibi. Ancak bu aidiyetlerin de kendi içinde bir hiyerarşisi vardır. Şimdi size sormak istiyorum: Size en fazla heyecen veren aidiyet duygunuz hangisidir? Ben, kendi adıma, parçası olmaktan en fazla gurur duyduğum kavramı söyleyeyim ve bu duygumun kökenlerini açıklamaya çalışayım:
Egeli olmak...

İsterseniz öncelikle, toplumumuzu tarih boyunca etkilemiş olan düşünce akımlarını kısaca gözden geçirerek aidiyet kavramlarımızın tarihsel temellerini ortaya koymaya çalışalım.

OSMANLI DÖNEMİ VE SONRASINDA GELİŞEN DÜŞÜNCE AKIMLARI

Osmanlı İmparatorluğu geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. İmparatorluk tanımına uygun olarak, çok uluslu, çok dinli, kozmopolit bir yapıya sahipti. Bu yapının birleştirici ögesi, ‘Osmanlıcılık’ olarak isimlendirebileceğimiz kavramdır. Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayanları, dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin kaynaştırmayı hedefleyen bir düşünce. Özellikle, Büyük Fransız İhtilali’nden sora gelişen milliyetçilik akımlarına karşı imparatorluğu bir arada tutmak için kullanılmıştır.

 II. Meşrutiyetin ilanı ile iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) içinde Osmanlıcılık görüşüne sahip olanlar çoğunlukta idi. Hatta, bu cemiyetin içinde azımsanmayacak ölçüde Müslüman ve Türk olmayan unsurlar vardı. Ancak, Balkan Savaşları Osmanlıcılık ideali için bir yıkım olmuştur. Bu savaştan sonra İTC içinde Milliyetçilik görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu ideolojinin kapsamı içinde olan Türkçülük, önceleri Turancılık olarak isimlendirilen, yeryüzündeki tüm Türk soyundan olanları birleştirmeye yönelik görüşlere sahip olmuş fakat zamanla, bu görüşün en önemli isimleri Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp dahil, milliyetçilik anlayışını Türkiye Devleti’nin sınırları içine çekerek, ileride sözünü edeceğimiz Milliyetçi Anadoluculuğun temellerini oluşturmuşlardır.

Osmanlı döneminde gelişen üçüncü düşünce akımı İslamcılık’tır. Dünya Müslümanlarını tek çatı altında birleştirme fikridir. Osmalı Devleti, II. Abdülhamid’e gelene kadar, büyük olasılıkla böyle bir ihtiyaç duymadığı için, İslamcılık politikası gütmemiştir. II. Abdülhamid, dış politikada oynadığı zorlu oyunda İslamcılığı kullanmaya çalışmış, hatta halifelik makamınına dayanarak dünya islam birliği kurmayı hedeflemiş ancak bunda başarılı olamamıştır.

Bir diğer İslamcılık denemesi de Osmanlı’nın I. Dünya Savaşına girmesi ile birlikte o günün padişahı Sultan V. Mehmet Reşat tarfından gündeme getirilmiş ve tüm İslam dünyasına Müttefikler’e karşı birleşme çağrısı yapılarak ‘Cihad-ı Ekber’ ilan edilmiştir. Ancak bu çağrı da bir işe yaramamıştır.

Osmanlı dönemindeki düşünce akımlarına kısaca değindikten sonra Kurtuluş Savaşı sonrasına gelelim. Kurtuluş Savaşı’nın hedefi ‘Misak-ı Milli’ (milli and) olarak tanımlanmıştı. Bu andın en  önemli unsurunu, sınırları tanımlanmış bir coğrafyanın ‘vatan’ olarak ele geçirilmesi oluşturmaktaydı. Yani, vatan önemli bir kavram olarak ortaya çıkmıştı. Savaş kazanıldı ve vatan kurtarıldı. İmzalanan Lozan anlaşmasıyla vatan topraklarının yeni Türk Devleti’ne ait olduğu uluslararası hukuk açısından da tescil edilmiş oldu. Ama bu yeterli değildi. Her şeyden önce vatandaşların, ondan sonra da dünya kamuoyunun gözünde bu vatana sahip oluşumuza  meşruiyet kazandırılması gerekiyordu. Osmanlı’nın devamı olmayı kabul etmemiştik. Öyleyse biz kimdik? Ne hakla bu topraklarda oturmaktaydık?

Bu aşamada ‘Türk Tarih Tezi’ ortaya atıldı. Osmanlı dönemi boyunca hor görülmüş ve aşağılanmış olan Türk halkının çok eski zamanlara dayanan gurur duyulacak bir geçmişi olduğu ve tarih öncesi dönemlerden beri bu coğrafyada yaşamakta olduğu anlatılmak istendi. Türk ırkının Mezopotamya’da Sümer, Anadolu’da Hitit uygarlıklarını kuran halklarla aynı soydan geldiği idda edildi. Bu teoriyi desteklemeye çalışan dil uzmanları, ‘Ar’ kelimesinin Türkçe olmasından hareketle Ari ırkının kökeninin Türklere dayandığını öne sürdüler. ‘Bu çababaların nedeni, Türkiye Cumhuriyeti’ni Anadolu üzerinde mesru kılmak, bunu yaparken yeni ulusal kimliği İslam dışında temellendirmek, o güne kadar hiç sözü edilmemiş olan İslam öncesi Türk tarihini gündeme getirmek, dünyadaki diğer çagdaş ve egemen uluslarla eşit ilişkiler kurmak, Orta Asya merkezli kültürel bir yayılım söz konusu edilerek bugünkü dünya uygarlıgının yaratıcıları arasında Türkleri de görmek idi.  Türklerin zaten Batılı olduğu sonucuna ulaşılmaya çalışılmıstı. Bu sayede, toplum hayatında yapılması planlanan devrimlerin  hangi zemine oturtulacağı sorunu da çözülmüş olacaktı.’ (Fuat Hacısalihoglu, Türk Tarihçiliğinde Anadoluculuk Düşüncesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi 2005)

Atatürk’ün de desteğiyle, ‘resmi tarih tezi’ olarak geliştirilmeye çalışılan bu görüş, bir süre sonra, yeterli bilimsel kanıtlarla desteklenemediğinden terkedildi.

ANADOLUCULUK

Anadoluculuk; Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde ortaya çıkmış, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi, geniş cografyaları kapsayan hayalci politikaları bir kenara bırakarak, son kale durumundaki Anadolu topraklarını esas alan bir düşünce akımıdır.  

Anadoluculuğun içinden; Milliyetçi, İslamcı ve Hümanist olmak üzere birbirinden farklı üç yaklasım çıkmıştır. İslamcı ve Milliyetçi yaklasımlarda, tarih anlayısları açısından belirgin bir benzerlik göze çarparken Hümanist yaklasım apayrı bir noktada yer almıs, hatta bu görüslerin tam zıttı bir yönde şekillenmiştir.

MİLLİYETÇİ ANADOLUCULUK

Turancıların bir bölümü, içinde bulunulan durum nedeniyle hedef küçülterek, Turancılık düşüncesindeki sınır tanımayan milliyetçilik anlayışını Anadolu coğrafyası ile sınırlandırmışlar ve Milliyetçi Anadoluculuğu oluşturmuşlardır.

Milliyetçi Anadolucular ana hatlarıyla şunları söylemektedir:

Irk bütünlüğünü sağlamak veya sağlandığına inanmak hayalciliktir. Kaldı ki, aynı kavimden gelen milletler bile farklı coğrafyalarda farklı kültürler oluşturur. Dolayısıyla, milletlerin varlığında mekan ve zaman önemli unsurlardır. Türklerin millet olma süreci Anadolu’da başlamıştır. Anadolu’ya gelen Türkler, tarihte ilk defa Anadolu bütünlüğünü sağlamışlardır.

Yahya Kemal Beyatlı, Mükrimin Halil Yinanç, Hilmi Ziya Ülken, Remzi Oguz Arık, Mehmet Kaplan, Mümtaz Turhan gibi isimler bu akımın içinde yer almıstır.

Yine bu akımın temsilcilerinden Mehmet Halid, daha da ileri giderek, cumhuriyetimizin adının Türkiye değil Anadolu Cumhuriyeti olması gerektiğini söylemiştir. Halid’e göre Türk sözcüğü bir ırkın ismidir. Milletin ismi olamaz. Anadolu Dergisi çevresinde toplanan bu görüşün savunucuları Balkanlar’dan gelen nüfus değişimlerine bile olumsuz tavır almışlardır.

Remzi Oğuz Arık ise, Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra bu coğrafyayı tamamen Türkleştirdiklerini idda ederek geçmiş uygarlıkların ve ulusların günümüz toplumundaki ve kültüründeki etkisini tamamen yok sayar.

Yetmişli yıllarda Anadoluculuğu, Türkçülük ile Atatürk Milliyetçiliği’nin sentezi olan bir düşünce haline getirme girişimi görülmüştür.

İSLAMCI ANADOLUCULUK

İslamcı Anadolucular da Milliyetçiler gibi Türk tarihinin başlangıcını 1071 (Malazgirt Savaşı) olarak görür. Bu akımın temsilcileri, ‘Türk Müslüman olduktan sonra Türk’tür’ derler. Bunlara göre Türkler Anadolu’ya yerleşmeden önce yağmacılıkla yaşayan bir göçebeler topluluğu idi. Müslümanlığı kabul ettikten sonra, İslam’dan aldıkları ilhamla değişime uğradılar. Bu arada işgal ettikleri Anadolu’da yaşayan  toplulukların sadece tekniğini alarak göçebelikten çiftçiliğe geçtiler. Ama, bu toplumların kültürlerinden etkilenmediler.    

Bu görüş, günümüzdeki ‘Türk İslam Sentezi’ düşüncesinin de temelini oluşturmaktadır.

HÜMANİST ANADOLUCULUK

‘ Bu memleket niçin bizim? Dörtyüz atlıyla Orta Asya’dan gelip fethettiğimiz için mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemiyor, anayurt saymıyorlar bu memleketi. Gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkları yerde. Hititler, Frigyalılar, Helenler, Farslar, Romalılar, Moğollar da fethetmişler Anadolu’yu. Ne olmuş sonunda? Anadolu onların değil, onlar Anadolu’nun malı olmuş. Kaynaşmış, halleşmiş hepsi. Fetheden de biziz artık, fethedilen de. Eriten de biziz, eriyen de. Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz malımızdır bizim. Halkımızın tarihi Anadolu’nun tarihidir. Paganmışız bir zaman, sonra hristiyan olmuşuz, sonra müslüman. Tapınakları kuran da bu halkmış, kiliseleri de, camileri de. Bembeyaz tiyatroları dolduran da bizmişiz, karanlık kervansarayları da. Kah bozkıra çıkmışız kah mavi denize açılmışız. Sayısız devletler, medeniyetler bizim sırtımızda yükselmiş, bizim sırtımızda çökmüş. Yetmişiki dil konuşmuşuz Türkçe’de karar kılmadan önce. Hepsinin tadı kalmış damağımızda. Aylarımızın, günlerimizin, köylerimizin, kentlerimizin adlarına bakın. Ya o ya bu değiliz. Hem o hem buyuz biz.’

Mavi ve Kara, Sabahattin Eyüboğlu, T. İş Bankası Kültür Yayınları, s 1

Sabahattin Eyüboğlu, tüm söylenecekleri bu tek paragrafta söylemiş. Başka söze gerek bırakmamış.

Halikarnas Balıkçısı da(Cevat Sakir KABAAGAÇLI)“Anadolu’da birbiri üstüne yıgılmıs olan çesitli uygarlıkların ve kültürlerin hiçbiri bize yabancı degildir. Biz hepsinin de bugün yasayan evlatlarıyız.”demektedir.

Halikarnas Balıkçısı, Batı Uygarlıgı’nın çıkıs noktası, beşiği olarak kabul edilen Yunanistan’ın, aslında Anadolu’nun takipçisi oldugu görüşündedir. Dolayısıyla, Batı Uygarlığının kökleri Anadoludadır.

Üç ayrı bakış açısı:

  1. Bozkır halkı Anadolu’yu işgal edip birliğini sağladı. Üzerinde yaşayanları asimile etti.
  2. Çölün dogmatik inanç sistemi, Türklerin aracılığı ile Anadolu toprağına hakim oldu. Kendinden önceki kültürleri tarihin çöplüğüne attı.
  3. Bu toprakların üzerinde yaşamış tüm halkların ve yeşermiş tüm uygarlıkların senteziyiz.

Aslında en önemli soru, hangisinin doğru olduğu değil, hangisinin doğru olmasını istediğiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder