KİMLİK ARAYIŞI
ABD’li psikolog Abraham
Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde sevgi ve aidiyet ihtiyacı, fiziksel ve
güvenlik ihtiyacımızdan hemen sonra, üçüncü sırada yer alır. Halkını birarada
tutmayı amaçlayan siyasi birlikler, işte insanların bu ihtiyacını karşılamaya
yönelik olarak onlara etrafında birleşecekleri bir kavram sunmak zorundadır. Sunulan
bu kavram ne kadar heyecan verici olursa o siyasi birliğin veya devletin
bireyleri arasındaki ‘birlik ve beraberlik’ te o kadar sağlam ve anlamlı olacaktır.
Bugün, çok farklı ırklara, renklere, dinlere ve kültürlere mensup vatandaşlara
sahip olan ABD’nin, bu insanları bir ABD vatandaşlığı olgusu etrafında
birleştirebilmesi bunun en güzel ve güncel örneğini oluşturmaktadır.
Çok doğal olarak insanlar
kendilerini birden fazla aidiyet içinde görürler; din, ırk, ideoloji,
hemşehrilik, futbol takımı taraftarlığı gibi. Ancak bu aidiyetlerin de kendi
içinde bir hiyerarşisi vardır. Şimdi size sormak istiyorum: Size en fazla heyecen
veren aidiyet duygunuz hangisidir? Ben, kendi adıma, parçası olmaktan en fazla
gurur duyduğum kavramı söyleyeyim ve bu duygumun kökenlerini açıklamaya
çalışayım:
Egeli olmak...
Egeli olmak...
İsterseniz öncelikle,
toplumumuzu tarih boyunca etkilemiş olan düşünce akımlarını kısaca gözden
geçirerek aidiyet kavramlarımızın tarihsel temellerini ortaya koymaya
çalışalım.
OSMANLI DÖNEMİ VE SONRASINDA GELİŞEN DÜŞÜNCE AKIMLARI
Osmanlı İmparatorluğu
geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. İmparatorluk tanımına uygun olarak, çok
uluslu, çok dinli, kozmopolit bir yapıya sahipti. Bu yapının birleştirici
ögesi, ‘Osmanlıcılık’ olarak isimlendirebileceğimiz kavramdır. Osmanlı Devleti
sınırları içerisinde yaşayanları, dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin kaynaştırmayı
hedefleyen bir düşünce. Özellikle, Büyük Fransız İhtilali’nden sora gelişen
milliyetçilik akımlarına karşı imparatorluğu bir arada tutmak için
kullanılmıştır.
II. Meşrutiyetin ilanı ile iktidarı ele
geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) içinde Osmanlıcılık görüşüne sahip
olanlar çoğunlukta idi. Hatta, bu cemiyetin içinde azımsanmayacak ölçüde Müslüman
ve Türk olmayan unsurlar vardı. Ancak, Balkan Savaşları Osmanlıcılık ideali
için bir yıkım olmuştur. Bu savaştan sonra İTC içinde Milliyetçilik görüşü
ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu ideolojinin kapsamı içinde olan Türkçülük, önceleri
Turancılık olarak isimlendirilen, yeryüzündeki tüm Türk soyundan olanları
birleştirmeye yönelik görüşlere sahip olmuş fakat zamanla, bu görüşün en önemli
isimleri Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp dahil, milliyetçilik anlayışını Türkiye Devleti’nin
sınırları içine çekerek, ileride sözünü edeceğimiz Milliyetçi Anadoluculuğun
temellerini oluşturmuşlardır.
Osmanlı döneminde gelişen
üçüncü düşünce akımı İslamcılık’tır. Dünya Müslümanlarını tek çatı altında
birleştirme fikridir. Osmalı Devleti, II. Abdülhamid’e gelene kadar, büyük
olasılıkla böyle bir ihtiyaç duymadığı için, İslamcılık politikası gütmemiştir.
II. Abdülhamid, dış politikada oynadığı zorlu oyunda İslamcılığı kullanmaya
çalışmış, hatta halifelik makamınına dayanarak dünya islam birliği kurmayı
hedeflemiş ancak bunda başarılı olamamıştır.
Bir diğer İslamcılık
denemesi de Osmanlı’nın I. Dünya Savaşına girmesi ile birlikte o günün padişahı
Sultan V. Mehmet Reşat tarfından gündeme getirilmiş ve tüm İslam dünyasına
Müttefikler’e karşı birleşme çağrısı yapılarak ‘Cihad-ı Ekber’ ilan edilmiştir.
Ancak bu çağrı da bir işe yaramamıştır.
Osmanlı dönemindeki
düşünce akımlarına kısaca değindikten sonra Kurtuluş Savaşı sonrasına gelelim.
Kurtuluş Savaşı’nın hedefi ‘Misak-ı Milli’ (milli and) olarak tanımlanmıştı. Bu
andın en önemli unsurunu, sınırları
tanımlanmış bir coğrafyanın ‘vatan’ olarak ele geçirilmesi oluşturmaktaydı. Yani,
vatan önemli bir kavram olarak ortaya çıkmıştı. Savaş kazanıldı ve vatan
kurtarıldı. İmzalanan Lozan anlaşmasıyla vatan topraklarının yeni Türk
Devleti’ne ait olduğu uluslararası hukuk açısından da tescil edilmiş oldu. Ama
bu yeterli değildi. Her şeyden önce vatandaşların, ondan sonra da dünya
kamuoyunun gözünde bu vatana sahip oluşumuza
meşruiyet kazandırılması gerekiyordu. Osmanlı’nın devamı olmayı kabul
etmemiştik. Öyleyse biz kimdik? Ne hakla bu topraklarda oturmaktaydık?
Bu aşamada ‘Türk Tarih
Tezi’ ortaya atıldı. Osmanlı dönemi boyunca hor görülmüş ve aşağılanmış olan
Türk halkının çok eski zamanlara dayanan gurur duyulacak bir geçmişi olduğu ve
tarih öncesi dönemlerden beri bu coğrafyada yaşamakta olduğu anlatılmak
istendi. Türk ırkının Mezopotamya’da Sümer, Anadolu’da Hitit uygarlıklarını
kuran halklarla aynı soydan geldiği idda edildi. Bu teoriyi desteklemeye
çalışan dil uzmanları, ‘Ar’ kelimesinin Türkçe olmasından hareketle Ari ırkının
kökeninin Türklere dayandığını öne sürdüler. ‘Bu çababaların nedeni, Türkiye Cumhuriyeti’ni Anadolu üzerinde mesru
kılmak, bunu yaparken yeni ulusal kimliği İslam dışında temellendirmek, o güne
kadar hiç sözü edilmemiş olan İslam öncesi Türk tarihini gündeme getirmek, dünyadaki
diğer çagdaş ve egemen uluslarla eşit ilişkiler kurmak, Orta Asya merkezli
kültürel bir yayılım söz konusu edilerek bugünkü dünya uygarlıgının yaratıcıları
arasında Türkleri de görmek idi. Türklerin zaten Batılı olduğu sonucuna ulaşılmaya
çalışılmıstı. Bu sayede, toplum hayatında yapılması planlanan devrimlerin hangi zemine oturtulacağı sorunu da çözülmüş
olacaktı.’ (Fuat
Hacısalihoglu, Türk Tarihçiliğinde Anadoluculuk Düşüncesi, Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi 2005)
Atatürk’ün de desteğiyle,
‘resmi tarih tezi’ olarak geliştirilmeye çalışılan bu görüş, bir süre sonra,
yeterli bilimsel kanıtlarla desteklenemediğinden terkedildi.
ANADOLUCULUK
Anadoluculuk; Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluş döneminde ortaya çıkmış, Osmanlıcılık, İslamcılık,
Türkçülük gibi, geniş cografyaları kapsayan hayalci politikaları bir kenara
bırakarak, son kale durumundaki Anadolu topraklarını esas alan bir düşünce
akımıdır.
Anadoluculuğun içinden;
Milliyetçi, İslamcı ve Hümanist olmak üzere birbirinden farklı üç yaklasım
çıkmıştır. İslamcı ve Milliyetçi yaklasımlarda, tarih anlayısları açısından
belirgin bir benzerlik göze çarparken Hümanist yaklasım apayrı bir noktada yer
almıs, hatta bu görüslerin tam zıttı bir yönde şekillenmiştir.
MİLLİYETÇİ ANADOLUCULUK
Turancıların bir bölümü,
içinde bulunulan durum nedeniyle hedef küçülterek, Turancılık düşüncesindeki
sınır tanımayan milliyetçilik anlayışını Anadolu coğrafyası ile
sınırlandırmışlar ve Milliyetçi Anadoluculuğu oluşturmuşlardır.
Milliyetçi Anadolucular
ana hatlarıyla şunları söylemektedir:
Irk bütünlüğünü sağlamak
veya sağlandığına inanmak hayalciliktir. Kaldı ki, aynı kavimden gelen milletler
bile farklı coğrafyalarda farklı kültürler oluşturur. Dolayısıyla, milletlerin
varlığında mekan ve zaman önemli unsurlardır. Türklerin millet olma süreci
Anadolu’da başlamıştır. Anadolu’ya gelen Türkler, tarihte ilk defa Anadolu
bütünlüğünü sağlamışlardır.
Yahya Kemal Beyatlı,
Mükrimin Halil Yinanç, Hilmi Ziya Ülken, Remzi Oguz Arık, Mehmet Kaplan, Mümtaz
Turhan gibi isimler bu akımın içinde yer almıstır.
Yine bu akımın
temsilcilerinden Mehmet Halid, daha da ileri giderek, cumhuriyetimizin adının
Türkiye değil Anadolu Cumhuriyeti olması gerektiğini söylemiştir. Halid’e göre
Türk sözcüğü bir ırkın ismidir. Milletin ismi olamaz. Anadolu Dergisi
çevresinde toplanan bu görüşün savunucuları Balkanlar’dan gelen nüfus
değişimlerine bile olumsuz tavır almışlardır.
Remzi Oğuz Arık ise,
Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra bu coğrafyayı tamamen Türkleştirdiklerini
idda ederek geçmiş uygarlıkların ve ulusların günümüz toplumundaki ve
kültüründeki etkisini tamamen yok sayar.
Yetmişli yıllarda
Anadoluculuğu, Türkçülük ile Atatürk Milliyetçiliği’nin sentezi olan bir düşünce
haline getirme girişimi görülmüştür.
İSLAMCI ANADOLUCULUK
İslamcı Anadolucular da
Milliyetçiler gibi Türk tarihinin başlangıcını 1071 (Malazgirt Savaşı) olarak görür.
Bu akımın temsilcileri, ‘Türk Müslüman olduktan sonra Türk’tür’ derler. Bunlara
göre Türkler Anadolu’ya yerleşmeden önce yağmacılıkla yaşayan bir göçebeler
topluluğu idi. Müslümanlığı kabul ettikten sonra, İslam’dan aldıkları ilhamla
değişime uğradılar. Bu arada işgal ettikleri Anadolu’da yaşayan toplulukların sadece tekniğini alarak
göçebelikten çiftçiliğe geçtiler. Ama, bu toplumların kültürlerinden
etkilenmediler.
Bu görüş, günümüzdeki
‘Türk İslam Sentezi’ düşüncesinin de temelini oluşturmaktadır.
HÜMANİST ANADOLUCULUK
‘ Bu memleket niçin bizim? Dörtyüz atlıyla Orta
Asya’dan gelip fethettiğimiz için mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemiyor,
anayurt saymıyorlar bu memleketi. Gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkları
yerde. Hititler, Frigyalılar, Helenler, Farslar, Romalılar, Moğollar da
fethetmişler Anadolu’yu. Ne olmuş sonunda? Anadolu onların değil, onlar
Anadolu’nun malı olmuş. Kaynaşmış, halleşmiş hepsi. Fetheden de biziz artık,
fethedilen de. Eriten de biziz, eriyen de. Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu
topraklar bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz
malımızdır bizim. Halkımızın tarihi Anadolu’nun tarihidir. Paganmışız bir
zaman, sonra hristiyan olmuşuz, sonra müslüman. Tapınakları kuran da bu
halkmış, kiliseleri de, camileri de. Bembeyaz tiyatroları dolduran da bizmişiz,
karanlık kervansarayları da. Kah bozkıra çıkmışız kah mavi denize açılmışız.
Sayısız devletler, medeniyetler bizim sırtımızda yükselmiş, bizim sırtımızda
çökmüş. Yetmişiki dil konuşmuşuz Türkçe’de karar kılmadan önce. Hepsinin tadı kalmış
damağımızda. Aylarımızın, günlerimizin, köylerimizin, kentlerimizin adlarına
bakın. Ya o ya bu değiliz. Hem o hem buyuz biz.’
Mavi ve Kara, Sabahattin
Eyüboğlu, T. İş Bankası Kültür Yayınları, s 1
Sabahattin Eyüboğlu, tüm
söylenecekleri bu tek paragrafta söylemiş. Başka söze gerek bırakmamış.
Halikarnas Balıkçısı da(Cevat
Sakir KABAAGAÇLI)“Anadolu’da birbiri üstüne yıgılmıs olan çesitli uygarlıkların
ve kültürlerin hiçbiri bize yabancı degildir. Biz hepsinin de bugün yasayan
evlatlarıyız.”demektedir.
Halikarnas Balıkçısı,
Batı Uygarlıgı’nın çıkıs noktası, beşiği olarak kabul edilen Yunanistan’ın,
aslında Anadolu’nun takipçisi oldugu görüşündedir. Dolayısıyla, Batı
Uygarlığının kökleri Anadoludadır.
Üç ayrı bakış açısı:
- Bozkır halkı Anadolu’yu işgal edip birliğini sağladı. Üzerinde
yaşayanları asimile etti.
- Çölün dogmatik inanç sistemi, Türklerin aracılığı ile Anadolu
toprağına hakim oldu. Kendinden önceki kültürleri tarihin çöplüğüne attı.
- Bu toprakların üzerinde yaşamış tüm halkların ve yeşermiş tüm
uygarlıkların senteziyiz.
Aslında en önemli soru, hangisinin doğru olduğu değil,
hangisinin doğru olmasını istediğiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder