25 Ocak 2019 Cuma

Şeyh Bedreddin Kazansaydı Nasıl Bir Dünyada Yaşardık?

Aşağıdaki Metin Foça'da verdiğim bir konferansın metnidir. Konu 'Tarih Boyunca Batı Anadolu'da İsyanlar ve Direnişler' adlı kitabımda işlenmiştir. Konuyu konuşma diliyle değil yazı diliyle okumak ve referansları daha detaylı görmek isteyenlere kitaba bakmalarını öneririm.


ŞEYH BEDREDDİN KAZANSAYDI NASIL BİR DÜNYADA YAŞARDIK?
Aslında Şeyh Bedreddin’in hikayesini beş dakika içinde anlatmak mümkün. Şeyh Bedreddin bilgin ve soylu bir kişidir. Fetret Devri karışıklıkları sırasında bir ara Rumelinde iktidarı eline geçiren Şehzade Musa’nın kazaskerliğini yaptı. Sultan I. Mehmed kardeşini öldürüp tahtı ele geçirice Bedreddin’i İznik’e sürgüne gönderdi. Bu arada Bedreddin’in müridi olduğu söylenen Börklüce Mustafa Karaburun’da bir isyan başlattı ama bu isyan Osmanlı tarafından bastırıldı. Şeyh Bedreddin İznik’ten kaçıp Rumeline gitti. I. Mehmed’in adamları Şeyh’i yakalayıp Serez’e getirdiler. Orada mahkeme edildi ve asıldı.
Aslında hikaye ana hatlarıyla bundan ibaret. Ama Şeyh Bedreddin’in öyküsünü ilginç ve önemli yapan bazı özellikler var. Özellikle, Börklüce Mustafa’nın Şeyh Bedreddin’den kaynaklandığı iddia edilen iştirakçilik söylemi ve uygulamaları bu tarihi olaya politik bir cephe kazandırmış ve değişik siyasi görüşten gurupların üzerinde çok tartıştıkları bir konu haline getirmiş.
1.       SORULAR
Konunun tartışmaya açık olmasının sebebi, Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa hakkında nesnel kanıtlarla açıklığa kavuşturulamamış birçok soru olması. Şeyhin doğum tarihi, ölüm tarihi bile çeşitli kaynaklarda farklı farklı verilmektedir. Ben, konumuz açısından önemli gördüğüm soruları aşağıda gördüğünüz gibi sıraladım. Konuşmanın akışı içinde bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız.
  Şeyh Bedreddin Osmanlı Devleti’ne baş kaldırdı mı?
  Börklüce Mustafa’ya kalkışma emrini Şeyh Bedreddin mi verdi?
  Börklüce Mustafa’nın İştirakçiliğinin kaynağı Şeyh Bedreddin midir?
  Şeyh Bedreddin, eğer isyan ettiyse, sebebi ne idi?
  Kendini bir mehdi olarak mı yoksa bir dünyevi lider olarak mı görüyordu?
  Şeyh Bedreddin, eğer isyan ettiyse, nasıl bir düzen kurmak istiyordu?
Baştan söylemiş olayım ki bulacağımız cevaplar iki kere iki dört şeklinde olmayacaktır. Yorumlar yaparak bazı sonuçlara ulaşmaya çalışacağız. Değişik kaynakların değişik düşüncede olduğunu göreceğiz. Belki kendi aramızda da farklı görüşlerde olanlar çıkacak. Bu son derece doğal. Çünkü bu soruların hiçbirinin genel kabul görmüş bir tek cevabı yok.
2.       KAYNAKLAR
Sorularımıza yanıt ararken mümkün olduğunca birincil kaynaklara başvurmaya çalışacağız.
İtibar edeceğimiz kaynakları aşağıda sıraladım. Tabii ki Şeyh Bedreddin’in yaşadığı dönemde onun hakkında yazılmış olanlara birinci derecede itibar edeceğiz ama bunların da çoğunun nesnellikten uzak olduğunu söylemek gerekiyor.
Menakıbname, Şeyh Bedreddin’in torunu Hafız Halil bin İsmail tarafından kaleme alınmış manzum bir biografi. Hafız Halil, dedesini tanımış, onunla oturup konuşmuş birisi. Söyledikleri tabii ki önemli ama Hafız Halil bu eseri, dedesinin itibarının iade edilmesini sağlamak amacıyla yazıp Fatih Sultan Mehmed’e sunmuş. Dedesinin isyancı falan olmadığına sarayı ikna etmeye çalışıyor. Osmanlı vakanüvisleri ise saraya kapılanmış, sarayın hoşuna gidecek şeyleri yazmayı kendilerine görev edinmiş insanlar. Bunların gözünde Şeyh Bedreddin, siyasal tutkularının ve tehlikeli sapkın eğilimlerinin dürtüsüyle hareket eden bir kışkırtıcıdır. Dolayısıyla her ikisinin de yazdıklarını ‘kayd-ı ihtiyatla’ ele alacağız.
Bizanslı tarihçi Dukas önemli bir isim. Aslında Dukas için Foçalı diyen yazarlar var. İsmi kaynaklarda ilk defa 1421 yılında Foça Potesta’sının sekreteri olarak hizmet ederken geçmektedir. İstanbul’un fethinden sonra Lesbos’da Gattilusi ailesinin hizmetine girmiş ve bu aile tarafından Osmanlı sarayına diplomatik görevlere de gönderilmiş olan bu tarihçi, Historia ve Bizans’ın Çöküşü ve Osmanlı Türkleri Tarafından Yıkılışı isimli eserleriyle tanınır. Dukas, tarafsız bir konumda. Dolayısıyla onun yazdıklarına inanmamak için ben bir sebep görmüyorum. O da Börklüce Mustafa’yı detaylı olarak anlatır ama Şeyh Bedreddin’den hiç söz etmez. Varidat ise, Şeyh Bedreddin’in konuşmalarının sohbetlerinin öğrencileri tarafından yapılmış bir derlemesi. Bu eserden de Şeyh’in görüşleri hakkında ipuçları çıkarmaya çalışacağız.
Modern kaynaklarda da ideolojik yaklaşımlar ağır basıyor olabilir. Her yazarın bir siyasi görüşünün olması doğaldır. Ben, mümkün olduğunca konuya bilimsel yaklaşan tarihçilerin görüşlerine yer vermeye çalıştım.
Bundan önce yaptığım konuşmalarda, dikkat ettiyseniz, bilgi kaynaklarına değinmedim. Bir bilgiyi verdikten sonra “bu bilgiyi şuradan aldım” demek anlatımın akıcılığına zarar verebilir diye düşündüm ama bu akşam hep kaynak belirterek konuşacağım. Hatta hem kaynak belirteceğim, hem de kaynağın güvenilirliği hakkındaki görüşlerimi aktaracağım. Çünkü, konu Şeyh Bedreddin olunca işler biraz karışık.
Arkadaşlar, bir de elimden geldiğince objektif yani nesnel olmaya çalışacağım. Bence tarihi olaylara bakarken onların arasından kendi siyasi görüşümüzü destekleyecek kanıtlar bulup çıkarmak amacıyla değil, gerçekten ne olup bittiğini anlamak amacıyla bakmamız gerekir. Zaten, gönlümüz öyle olmasını istiyor diye temelsiz bir iddiayı gerçekmiş gibi savunmaya kalkarsak savunduğumuz görüşe fayda değil zarar vermiş oluruz.
3.       XV. YÜZYIL BAŞINDA BATI ANADOLU’DA VE RUMELİ’DE SİYASİ VE TOPLUMSAL DURUM
·         Savaşlar ve Talanlar
Öncelikle, üzerinde konuşacağımız dönemdeki siyasi ve toplumsal durumuna bir göz atmamız lazım ki, olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirebilelim.
1402 yılında Ankara Savaşı’nda Yıldırım Beyazid Timur’un ordularına yenilince Anadolu’da yeni bir Moğol felaketi yaşanmaya başladı. (1243 yılında Moğollar Kösedağ Savaşı’nda Anadolu Selçuklu Devleti’ni yenince Moğollar Anadolu’yu istila etmişti) Timur’un Anadolu’yu topraklarına katmak gibi bir niyeti yoktu. Kendisi için bir tehdit olarak gördüğü Osmanlı Devleti’ni parçalayıp, Osmanlı’nın yıktığı Türk beyliklerini yeniden ihya ettikten sonra Anadolu’dan çekip gittiğini biliyoruz. Ama katlandığı bunca zahmetin karşılığında bir şeyler almadan gidecek değildi. Almak istediğini de Anadolu halkından aldı. Savaşı kazandıktan sonra, sanki kendisine karşı koyacak bir askeri güç kalmış gibi, kasaba kasaba, kent kent dolaşarak, kaleleri zapt etme bahanesiyle, çok büyük yağmalar yaptı. Halkın elinde ne var ne yok soymaya başladı.
Bu yağma hareketinin sonucu olarak Anadolu’da doğudan batıya doğru bir göç yaşandı. İnsanlar kitleler halinde sahil kesiminde biriktiler. Ancak bu bölgede yeni gelenlere iş olanakları sağlamak şöyle dursun, savaşın yarattığı güvenlikten yoksun ortamda Batı Anadolu’nun kıyı şehirlerindeki deniz ticareti de kesintiye uğramış olduğu için, bölge halkı bile işini gücünü kaybetmiş durumdaydı. Göç eden kitlelerin bir kısmı Rumeli’ye geçti. Rumeli’deki kargaşa ve sosyal sorunlar, Anadolu’da olduğundan daha ağır bir hal aldı.
Fetret Devri’nde Anadolu’nun çok büyük sıkıntılar çektiği muhakkaktır. Timur’un ölçüsüz yağmaları, siyasi otoritenin ortadan kalkması sonucu oluşan karışıklıklar ve soygunlar, Osmanlı şehzadelerinin taht kavgaları, Anadolu beyliklerinin karşılıklı çekişmeleri gibi olaylar sosyal düzeni bozmuş ve toplumsal yoksulluğu arttırmıştı.
·         Dini İnançlar
Üzerinde konuştuğumuz dönemde din siyasetin belirleyici unsuru olduğu için, yaygın dini inançların durumuna bir göz atmak gerekmektedir.
Hem Selçuklular’da hem de Osmanlı’da devletin resmi dini Sünni İslam’dı. Göçebe Türkmen halk ise, Şamanlık’tan sahip olduğu inanışları ve yaşam tarzını İslam’ın Hetorodoks yorumuyla bağdaştırarak, kendine göre bir inanç sistemi geliştirmiştir. Bu inancın örgütlenme biçimi tarikatlardır. Bu ikinci yaklaşımın şehirlerde kabul görmüş yorumu ise Mevlevilik ve Bektaşilik olarak bilinmektedir.
Tarikatlar, yönetim erkini sorgulamaya yönelmediği takdirde, iktidar sahiplerini rahatsız etmemiştir. Hatta devlet, bu tarikatların örgütlendiği tekkelere maddi imkanlar sunarak onlarla bir çeşit çıkar ortaklığı oluşturdu. Ancak bu çıkar ortaklığının bir sebepten bozulması durumunda sürtüşmeler yaşandı.
Bölgedeki Hıristiyan halk arasından ise, Erken Orta Çağ’dan beri Bogomilizm ve Katharizm tarikatları yaygındı. Bu inançların temelleri, Sasanilerden önce İran’a hükmeden Parth İmparatorluğu’na kadar uzanır. III. yüzyılda bu ülkenin Bizans sınırına yakın bölgede, Zerdüşt dini ile Hıristiyanlığı bağdaştırarak yeni bir din ortaya çıkarmayı amaçlayan Mani ortaya çıkmıştı. 275 yılında derisi yüzülerek öldürüldü. Ancak Manicilik, Orta Asya’nın batısında yüzyıllar boyu etkisini sürdürdü. Hatta, Uygur Türkleri’nin resmi dini oldu. İran’daki uzantısı ise Mazdekçilik idi. Bunlar paylaşımcılığı en ileri içeriği ile savunan insanlardı. Bu dinin Bizans topraklarında yarattığı etki ile Paulikan mezhebi ortaya çıktı. Bizans yönetimi, bu inanç sahiplerine çok sert tepki gösterdi. Bunların arasında büyük kıyımlar yaptıysa da köklerini kazıyamadı. Birçoğu Trakya’ya ve bugünkü Bulgaristan’a sürüldü. Bu bölgelere sürülen insanlar Bogomilizm olarak anılan inancı yaymaya başladılar. Bizanslılar bu inanç sahiplerini toplayıp Hipodrom’da diri diri yakmak gibi uygulamalara bile girişti. Bu inancın Güney Fransa ve Kuzeydoğu İspanya yöresine sıçramış olan taraftarları Katharos olarak anıldı. Onlar da tarih boyunca büyük kıyımlara uğradılar. Şeyh Bedreddin İsyanı sırasında, özellikle Bosna dolaylarında yaşayan halkın çoğunluğu Bogomil mezhebindendi.
Bölgedeki Yahudilik de, mesiyatik inançlara çok açık, güçlü bir heterodoks yapı sergiliyordu.
Şeyh Bedreddin’in Rumeli’deki kalkışmasından yaklaşık yetmiş yıl önce, Balkanlarda Bizans yönetimindeki bölgede, bir büyük halk isyanı daha yaşanmıştı. Edirne’den başlayan bu ayaklanmada, büyük arazi sahiplerine, soylulara, zenginlere karşı esnaf ve yoksul halk bir sınıfsal savaşıma girmiş, daha sonra isyan bütün Trakya’ya yayılmıştı. Selanik bu ayaklanmanın ikinci merkezi olmuş ve tüm bölgede zenginler, ileri gelenler öldürülmüştü. Ayaklananlara Zelotlar deniyordu. İmparator Kantakouzenos bu ayaklanmayı büyük bir güçlükle ve dostu Aydınoğlu Umur Bey’in yardımıyla bastırabilmişti.
·         Şehzadelerin İktidar Savaşı
Timur Anadolu’yu terk ettikten sonra Yıldırım Bayezid’in oğulları on bir yıl sürecek olan bir taht mücadelesine giriştiler. Doğal olarak bu savaşta, şehzadelerin her biri toplumdaki belli güç odaklarını yanına almaya çalıştı. Dolayısıyla, her bir şehzadenin kimleri saflarına katmaya çalıştığını incelemek, toplumun o dönemdeki yapısı hakkında bilgi edinmemize yardımcı olacaktır.
O dönemde, devletin tepesinde, Türk soyluları ile kapıkulları arasında bir mücadele yaşanmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin yönetici sınıfı kuruluş yıllarında tamamen Türk soylularından oluşuyordu. Zaman içerisinde Osmanlı hükümdarları güçlendikçe, iktidarlarına ortak olarak gördükleri bu aristokrasiyi bertaraf ederek gerek devletin yönetiminde gerekse ordunun oluşumunda devşirme usulü ile toplanıp eğitilen kölelere ağırlık vermeye çalıştılar. Çünkü bu kölelerin arkasında hiçbir toplumsal destek olmadığından, her birinin çıkarı padişahın saltanatının sürmesine bağlıydı. Doğal olarak Türk beyleri, sahip oldukları gücü savaşmadan bırakacak değillerdi. Bu iki grup arasındaki mücadele Fatih Sultan Mehmed zamanında devşirmelerin kesin zaferi ile sonuçlandı. İncelediğimiz dönemde ise, bu iki grup arasındaki iktidar çekişmesi bütün hızıyla sürmekteydi.
Bu çelişkiye vurgu yaptıktan sonra, her bir şehzadenin kimlere dayanarak savaştığına ayrı ayrı göz atalım. Aslında iktidar mücadelesine dört şehzade katılmıştır. Ancak İsa Çelebi önemli bir varlık gösterememiş olduğu için onu inceme dışı bırakıyoruz.
·   Süleyman
Süleyman, safahata düşkün bir insan olarak tanınıyor. Ankara Savaşı’nın kaybedildiğini anladığında Rumeli’ye kaçtı. Edirne’ye yerleşti. Balkan eyaletleri üzerindeki hakimiyetini Timur’a onaylattı. Hıristiyan komşularla barış arayışına girdi. Süleyman bu siyasetle Türk akıncı beylerini karşısına almış oluyordu. Onların beklentisi cihadın sürmesiydi. Bu unsurlar Süleyman’ı terk edip Anadolu’dan gelen kardeşi Musa’ya yöneldiler. Süleyman Musa’ya yenildi ve  ‘cihad’a yüz çevirmesinin bedelini hayatıyla ödemiş oldu.
·   Musa
Musa, Şeyh Bedreddin’e makam ve görev vermiş bir kişi olarak konumuz açısından büyük önem taşımaktadır. Musa, ağabey’i Süleyman’ı alt ederek Rumeli’ye hâkim olduktan sonra ilk işi, Süleyman’ın terk etmiş olduğu cihadı hemen başlatmak oldu. Süleyman’ın terk ettiği toprakları geri aldı. Bir süredir Bizans’tan alınmayan vergiyi talep etti. Hatta Bizans’a karşı hücuma geçti. Diğer taraftan devletin içindeki aristokrasiyi de karşısına aldı. P. Wittek, Musa’nın aristokratlara ve yüksek memurlara kin beslediğini, onlara dehşet saldığını yazmıştır.
Ancak bunun sonucunda, Musa’nın dayandığı sosyal taban akıncı beylerinden ibaret kaldı.
Bu gelişmelerin sonucu olarak, Bizans İmparatoru’nun, Sırp Kralı’nın ve Türk beylerinin yardımlarıyla Mehmed, kardeşine üstünlük sağlamayı başardı. Musa’yı öldürerek Osmanlı Devleti’ni tekrar birleştirdi.
·   Mehmed
Mehmed Çelebi’nin Anadolulu niteliği daha baskındır  ve kapıkulları hizbini temsil ediyordu. Babasının Asya ve Avrupa’da bulunan mülkünü yeniden bir araya getirme politikası gütmüş ve dinsel ortodoksluğu sıkı sıkıya savunmuştur.
4.       ŞEYH BEDREDDİN’İN SOY AĞACI

Her ne kadar taraflı olduğunu ve bir amaca yönelik olarak yazıldığını söylemiş olsam da Şeyh Bedreddin’in yaşam öyküsünü anlatırken Menakıbname’yi esas alacağım. Söylediğim gibi, bu eserin yazarı Şeyh Bedreddin’in torunu. Yazar dedesini tanımış ve eserinde anlattığı birçok olayı onun ağzından dinlemiş. Menakıbname’yi esas alacağım ama herhangi bir olay, başka kaynaklarda başka türlü anlatılıyorsa, ona da değineceğim.
Menakıbname’ye göre, Bedreddin Mahmud, Selçuk hükümdarlarından Alaeddin soyundan Abdülaziz oğlu İsrail’in oğludur. İslam Ansiklopedisi’nde Bedreddin'in soyunun Selçuklu hanedanına bağlanması rivayeti şüphe ile karşılamakta, bazı son dönem araştırmacılarının (bk Uzunçarşılı, 1, 360 vd.; Gökyay, s. 16-18) bu rivayetin muhtemelen siyasi maksatlarla uydurulduğunu düşündükleri belirtilmektedir.[1] Bedreddin’in Babası İsrail, akınlara katılan bir gazidir. Ama aynı zamanda okumuş biridir. Dimetoka’nın fethinde bulunmuş ve fethettikleri kalenin beyinin kızı ile evlenerek ona Melek ismini vermiştir. Bedreddin Mahmud, bu evlilikten, 1358 veya 1359 yılında, babasının kadı olarak görev yaptığı Edirne civarındaki Simavna’da doğdu. Edirne 1362 yılında fethedilince ailesi oraya yerleşti.
5.       ŞEYH BEDREDDİN’İN YAŞAM ÖYKÜSÜ
·         Bedreddin ilk öğrenimini Bursa’da ve Konya’da aldıktan sonra Suriye’ye ve ardından da Kahire’ye gitti. Dönemin önemli bilginlerinden ders aldı. Memluk Sultanı Melik Zahir Bekuk’un oğlu Ferec’in özel hocası oldu.
·         Sultan’dan kitap yayınlamak için izin alarak eserlerini yazmaya başladı.
·         Kahire’de bulunan Şeyh Hüseyin Ahlati ile yakınlık kurarak tasavvuf öğretisi ile tanıştı. Sultan Berkuk, Şeyh Ahlati’ye ve Bedreddin’e iki kardeş Habeş cariye hediye etti. Bedreddin Cazibe isimli Habeş cariye ile evlendi. İsmail adını verdiği oğlu dünyaya geldi. Bedreddin, Şeyh Ahlati’ye derviş olup, kendini tasavvuf öğretisine kaptırdı. Bu Bedreddin’in yaşamında bir dönüm noktası. O güne kadar Sünni bir bilim insanı iken, mistisizme yöneldi. Kitaplarını Nil Nehri’ne döktüğü, Çile çekmek için kapandığı hücrede gıdasızlıktan ağır şekilde hastalandığı anlatılır. Bazı kaynaklar Bedreddin’i tasavvufa yöneltenin Şeyh Ahlati’den çok onun karısı Meryem olduğunu söyler. Önceleri tasavvufun aleyhinde olan Bedreddin baldızı Meryem'le yaptığı tasavvufi sohbetler üzerine tavrını değiştirerek Şeyh Hüseyin'e intisap etti.
·         Bir ara Şeyh’in emriyle Tebriz’e gidip Timur’un huzurunda yapılan ilmi tartışmalarda bulundu. Timur ondan, kendisiyle kalmasını istedi. Kızı ile evlendirmeyi ve ülkesine şeyhülislam yapmayı teklif etti ama Bedreddin bunu kabul etmeyip kaçarak Kahire’ye döndü.
·         Şeyh Ahlati, 1397 yılında öldü. Vasiyeti doğrultusunda Bedreddin onun postuna oturarak şeyh oldu.
·         Ancak müridler ile yaşanan çekişmeler yüzünden Kahire’den ayrılarak Edirne’ye dönmeye karar verdi.
6.       DÖNÜŞ YOLCULUĞU
·         Dönüş yolculuğu sırasında Kudüs’e Şam’a ve Halep’e uğradı. Bu kentlerde birçok kişi kendisini karşılayıp ona biat ettiler ve kendileriyle kalmasını istediler ama o razı olmayıp yoluna devam etti. 
·         Konya’ya geldiğinde, Karamanoğlu Mehmed Bey, münkir (inkar eden) olmasına karşın onu sarayına davet etti ve yapılan sohbetin sonucunda Şeyh’e mürit oldu.
·         Daha sonra uğradığı Germiyan Beyi, annesiyle birlikte Şeyh’i yaya olarak karşıladı ve ona biat etti.
·         Buradan Tire'ye geçti Börklüce Mustafa ile burada tanıştı. (Bu bilgi İslam Ansiklopedisi’nden)
·         Aydınoğlu (İzmiroğlu) Cüneyd Bey’den davet alıp İzmir’e gitti. Burada da birçok kişi kendisine mürit oldu.
·         İzmir’de bulunduğu sırada Sakız Adası’nın kafirlerinden de Bedreddin’e davet geldi. Arapça bilen yedi papaz, kendileri dönünceye kadar rehin olarak İzmir’de kalmak üzere Bey’in oğlunu da alıp hediyelerle İzmir’e geldiler. Bedreddin davetlerini kabul etti ama, Bey’in oğlunun rehin kalmasına gerek görmedi. Sakız Beyi gemiye kadar gelerek Bedreddin’i karşıladı. Bedreddin adada on gün kaldı ve bütün papazların gönüllerini büyüledi. Beyleri dahil birçoğu gizli olarak Müslüman oldu.
·         Sakız’dan Edirne’ye gitmek üzere karaya çıktıktan sonra Kütahya’ya doğru ilerledi. Domaniç belini aşınca birçok Torlak’la karşılaştı. Sohbet sırasında Kalenderiler tövbe edip Şeyh’e mürid oldular.
·         Şeyh yoluna devam ederek, Bursa ve Gelibolu üzerinden Edirne’ye vardı. Henüz sağ olan anne ve babası ile buluştu. Babası onu sınamak için dervişlikten döndürmeye çalıştı. Dönmeyince, iki gözünden öpüp hayır dualar etti.
·         Bedreddin, Bursalıların daveti üzerine Anadolu’ya geçip Aydın’ı tekrar ziyaret etti. Sonra Edirne’ye dönüp yedi yıl Edirne’de kaldı. O sırada kardeşleriyle giriştiği taht kavgası sırasında Rumeli’ye hâkim olarak Edirne’de hükümdarlığını ilan etmiş olan Musa Çelebi, Bedreddin’i kazaskerliğe atadı. Bu sırada Şeyh’in delaletiyle Müslüman olmuş bir müridi Edirne’ye geldi. Bu kişinin Müslüman olmayıp bir Ermeni ile evlenmiş olan kız kardeşinin kızı Hırmana, Şeyh’in oğlu İsmail ile evlendirildi.[2]
7.       DÖNÜŞ YOLCULUĞU (HARİTA)
Haritaya baktığımızda Bedreddin’in şöyle bir rota izlediğini görüyoruz. Tire’ye, ardından İzmir’e ve Sakız’a gitmek için normal yolundan sapmış. Bunu niçin yapmış olabilir. Tek açıklaması taraftar kazanmak. O günden kafasında isyan fikri olduğunu söylemek aşırıya kaçmak olur. Çevre edinmenin bir zararı olmaz diye düşünmüş olmalı.
8.       ŞEYH BEDREDDİN’İN YAŞAM ÖYKÜSÜ (Menakıbname) İZNİK SÜRGÜNÜNDEN ÖLÜMÜNE
Şeyh Bedreddin hakkında yazmış olan Osmanlı vakanüvisleri arasında, Şeyh Bedreddin’in yaşamının bu aşamaya kadar olan bölümünden söz eden yoktur desek yeridir. Sadece birkaç yazar birkaç cümle sarfetmiştir. Bunlara daha ileride değineceğiz.
·         Yine Menakıbname’den devam edersek, Musa Çelebi’yi ortadan kaldıran Sultan I. Mehmed, Bedreddin’i İznik’e sürgüne gönderdi ve kendisine bin akçe maaş bağladı. Şeyh, Teshil isimli eserini burada tamamladı.
·         Hacca gitmek için Padişah’tan izin istedi. Amacı, Hicaz’dan sonra Mısır’a, Şeyh Ahlati Dergâhına gitmekti. İzin verilmeyince İznik’ten kaçarak İsfendiyar iline gitti. İbn-i Arabşah, İsfendiyar Beyi’nin yanındayken, 1416-7 yılında, kendisi ile yüz yüze görüştüğünü ve ilmini derya gibi payansız bulduğunu, Hidaye isimli meşhur fıkh kitabına 1090 cevapsız sorusu bulunduğunu yazmıştır. İsfendiyar Bey Şeyh’e Kırım’a gitmesini önerdi.
·         Şeyh onun verdiği gemi ile denize açıldı ama Frenkler deniz yollarını tutmuştu. Kaptan onu Eflak kıyılarına bıraktı. Bedreddin’in amacı yine Doğu’ya gitmekti. Ancak buna olanak bulamayınca sılasına dönmeyi düşündü. Nur ül-Kulub adlı tefsirini tamamlamıştı. Gidip onu Sultan Mehmed’e sunmaya niyet etti. Padişahla buluşmak üzere Ağaçdenizi’ne gitti. Yolu Zağra illerine düştü. Bu arada, kadıaskerliği zamanında kendisinden iyilik görmüş insanlar ziyaretine gelip ona hediyeler sundular. Şeyh de onlara nasihatler etti ve herkes yerli yerine dağıldı.
·         Ancak bu durum Sultan Mehmed tarafından yanlış değerlendirildi. Padişah Bedreddin’i kendi üzerine gelecek sanarak iki yüz kişi ile kapucıbaşıyı onu yakalamak üzere görevlendirdi. Bu kişiler Bedreddin’i yakalayıp Serez’e götürerek bir eve kapattılar.
·         Padişah da Düzme Mustafa’yı ortadan kaldırmak için Selanik’e gidecekken Bedreddin yüzünden Serez’e geldi. Bu arada, Börklüce Mustafa, Torlak Hü Kemal ve Aygıloğlu ayaklanmaları bastırılmıştı. Padişah, İran’dan gelmiş bir bilgin olan Munla Haydar’ı Bedreddin’in muhakeme edilmesiyle görevlendirdi. Bu kişi, Bedreddin’in faziletini anladı ve onun bırakılmasını diledi; fakat sözü geçmedi. Bedreddin’in ölümünü isteyen özellikle Bayezid Paşa ve Padişah’a hocalık eden Fahreddin idi. Şer’ile ölümüne yol bulamayınca örf ile fetva verdiler. Malı haram, kanı helal dediler. Asmaya götürmek üzere altına at çektiler. Ata binmedi; darağıcına kadar yürüyerek gitti. Asıldıktan sonra, o gün ve o gece darağacında bırakıldı. Ertesi günü bir müridi kendisini darağacından alıp, yıkayıp, Eski Cami’nin yanına defnetti.[3]
9.       ŞEYH BEDREDDİN’İN İZNİK SÜRGÜNÜ RUMELİ’YE KAÇIŞI VE YAKALANIŞI
Menakıbname’ye göre Şeyh Bedreddin’in yaşam öyküsü işte böyle. Şimdi diğer kaynaklarda anlatılanlara bakmamız gerekiyor ama Menakıbname’de eksik olan bir şey var. Börklüce Mustafa Ayaklanması’ndan hiç söz edilmiyor. Bedreddin’in Kazaskerlik döneminde Börklüce Mustafa’nın Bedreddin’in kethüdası olduğu belirtiliyor. Bir de “Bedreddin Zağra’da iken Börklüce Mustafa, Torlak Hü Kemal ve Aygıloğlu ayaklanmaları bastırılmıştı” diye bir bilgiye yer veriliyor. O kadar. Bu eksikliği gidermek için öncelikle Börklüce Mustafa Ayaklanması hakkında elimizde ne bilgiler var ona bakalım. Sonra Şeyh Bedreddin hakkında diğer kaynaklarda neler yazılı onlara dönelim.
10.   BÖRKLÜCE MUSTAFA AYAKLANMASI
Börklüce Mustafa ayaklanması hakkında en kapsamlı bilgi veren kaynak ise, Bizanslı tarihçi Dukas’ın yazmış olduğu ‘Bizans’ın Çöküşü ve Osmanlı Türkleri Tarafından Yıkılışı’ isimli eserdir. Bu kitabında Dukas, Börklüce Mustafa’nın faaliyetlerini, propagandasını ve ayaklanmasını detaylı olarak anlattığı halde, Torlak Kemal’den ve Bedreddin’den hiç söz etmez.
Dukas’ın yazdıkları elimizdeki yegâne kaynak olduğu için, o kitapta yazılı olanları size okumak istiyorum:  
Karaburun’da bir Türk köylüsü çıktı. Gönüllü yoksulluğu ve her malın toplum tarafından ortak kullanılmasını öneriyordu. Alt tabakadan halkı kendi tarafına çekti. Hıristiyanlarla dostluk kurmaya çalıştı. Sakız Adası hükümet ve din görevlilerine adamlar göndererek dostluk kurdu. Sisam Adası’ndaki Turlot manastırından bir keşiş, onun her gece suyun üstünden yürüyerek yanına geldiğini ve görüştüklerini söylüyordu. Bu insanlar yekpare kumaştan bir elbiseden başka bir şey giymiyorlar, baş açık dolaşıyorlardı. Saruhan Valisi Şişman bunların üzerine gitti ve yenildi. Bunun üzerine Sultan Mehmed, Aydın Valisi Ali Bey’i görevlendirdi ama Ali Bey’in bütün Aydın, Saruhan ve İonya bölgesinden topladığı askerler de köylüler tarafından perişan edildi. Ali Bey Manisa’ya kaçarak canını zor kurtardı. Bu haberi alan Sultan Mehmed on iki yaşında bulunan oğlu Murad’ı, en güvendiği adamı olan Bayezid Paşa’nın eşliğinde, Trakya ordusunun başında Mustafa’nın üzerine gönderdi. Bayezid Paşa, Anadolu’dan da asker toplayarak bölgeye geldi. Yolu üzerinde bulunan kadın, erkek, yaşlı, genç herkesi öldürerek dervişler tarafından berkitilmiş dağa kadar geldiler. Çok kanlı bir savaş oldu. Murad’ın ordusundan da birçok kayıp verildi. Sonunda Börklüce ve sağ kalan dervişleri teslim oldular ve Ayasuluğ’a getirildiler. Börklüce’ye korkunç işkenceler yaptılar ama o, yanlış inançlarından geri adım atmadı. Sonunda onu çarmıha gerip bir devenin üzerine koyarak kentte dolaştırdılar. Müritlerini gözlerinin önünde birer birer katlettiler. Dervişler ölüme giderken “dede sultan iriş” diyorlardı. Daha sonra Giritli keşişle görüştüm. Mustafa’nın ölmediğini, Sisam’da münzevi hayat sürdüğünü söylüyordu. Bayezid ve Murad Lydia içlerine doğru hareket ettiler ve rastladıkları tüm münzevi Türk dervişlerini işkencelerle idam ettiler.[4]
Şimdi sadece olayları okudum. Bir de Börklüce Mustafa’nın iştirakçiliği ve dinler arası bağdaştırmacılığı ile ilgili paragraflar var. Onları da yeri geldiğinde ele alacağız.
11.   BÖRKLÜCE MUSTAFA VE TORLAK KEMAL HAREKETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİ
·         Börklüce Mustafa kendi dünya görüşü doğrultusunda bir düzen kurmuştu. Osmanlı’nın kendisini ve müritlerini rahat bırakmasından başka bir şey istemiyordu. Devlet erkini ele geçirmek gibi bir düşüncesi yoktu. Osmanlı Devleti’ni üzerine gönderdiği askeri gücü iki defa yenilgiye uğratmış olmasına rağmen bulunduğu bölgeden dışarıya çıkma girişiminde bulunmamıştır. İkinci savaşta Osmanlı askerine komuta eden Timurtaş oğlu Ali Bey, yenilgiye uğrayınca, yolunun üzerindeki İzmir’e kaçmamış, Manisa’ya kadar at sürmüştür. Herhalde elde ettiği zaferden sonra Börklüce Mustafa’nın İzmir’i ele geçirmeye kalkışmasının çok doğal olacağını düşünmüştü. Ama Börklüce Mustafa, bulunduğu bölgeden dışarı bir adım bile atmamıştır. Bu yönüyle Börklüce Mustafa hareketi, bir isyandan çok bir direnişe benzemektedir.
·         Dolayısıyla, “kalkışma Şeyh Bedreddin’in emriyle mi başladı?” sorusu da anlamsız kalmaktadır. Savaşı başlatan Börklüce değil Osmanlı olduğuna göre, çatışmaların zamanlaması konusunda karar verici olan da Osmanlı’dır. Börklüce Mustafa'nın Osmanlı’ya karşı mücadelesi bir “özsavunma”dır denebilir.
·         Torlak Kemal’in hareketi ise bir propaganda çalışmasıydı
·         Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in kalkışmalarının tipik birer köylü ayaklanmasıdır
·         Börklüce Mustafa’nın ve takipçilerinin Karaburun’da birlikte üretip birlikte tüketmeye dayalı bir komün yaşantısı kurduğunu Dukas’ın bize verdiği bilgilerden anlıyoruz. Bu konunun ayrıntılarına daha ileride, Şeyh Bedreddin’in iştirakçiliği konusunu işlerken değineceğim.
·         Börklüce Mustafa tarafından yazılmış olduğu iddia edilen Tasvirü’l-Kulub isimli bir risale Mehmet Işıktaş tarafından hazırlanıp kitap olarak yayınlanmıştır.[5] Bu eser, eğer gerçekten Börklüce Mustafa tarafından yazılmış ise, onun, Dukas’ın yazdığı gibi “sıradan bir köylü” olmadığının kabul etmek gerekir. Tasvirü’l-Kulub, yazarının tasavvuf konusundaki görüşlerine yer veren bir risale olup, Börklüce Mustafa’nın kurduğu düzen ile ilgili bir açıklama içermemektedir.
17. AŞIK PAŞAZADE’YE GÖRE BEDREDDİN’İN AĞAÇDENİZİ’NDE İKEN YAPTIĞI ÇAĞRI
Aşık Paşazade’nin yazdığına göre, Bedreddin, Ağaçdenizindeyken şöyle bir çağrı yapmıştır: “Gelin, şimdiden gerü padişahlık benimdir, taht bana müsehhardır, sancak isteyen gelsün, subaşılık isteyen gelsün, elhasıl her maksudı olan gelsün. Ben şimdiden geri huruc etdim. Bu vilayette halife benim. Mustafa Aydın İli’nde huruc etdi, ol dahı benüm hizmetkarumdır.”
Onun yaptığı öne sürülen çağrı, bir silahlı ayaklanmanın yer almış olduğuna ilişkin açık bir kanıttır ama, Bedreddin gerçekten böyle bir çağrı yapmış mıdır? Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Bedreddin’in böyle bir çağrı yapmış olduğunu Aşık Paşazade yazmış, diğer Osmanlı tarihçileri de ondan alıntı yapmışlardır. Aşık Paşazade’nin bu satırları neye dayanarak yazdığını ise bilememekteyiz.
 “Kanı helal malı haramdır” fetvası da tarihçiler tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Necdet Kurdakul’a göre: Kanı helaldir, çünkü padişaha karşı çıkmıştır. İdam edilmesi gerekir. Malı haramdır, çünkü İslam dinine karşı suç işlemiştir. Malına el konularak Beyt-ül mal’e katılması caiz değildir.[6] Yukarıda belirttiğimiz gibi Hafız Halil, yapılan yargılama sonucunda, Şeyh Bedreddin’in İslam dinine karşı bir suç işlememiş olduğunun anlaşıldığını iddia eder. İdris-i Bitlisi ise, Sultan’ın, Bedreddin’in malını çocuklarına bağışladığını söyler.
Tarihçilerin üzerinde fikir birliğine varamadığı en önemli konulardan biri de Şeyh Bedreddin’in Rumeli’de gerçekten silahlı bir ayaklanma başlatmış olup olmadığıdır. Bedreddin’in etrafına toplandığı idda edilen kişiler ile Osmanlı askerleri arasında bir silahlı mücadele yer aldığını söyleyen tarihçiler İdris-i Bitlisi ve İbn-i Arabşah’tır. Diğerleri, bir silahlı mücadeleden söz etmez.
19. SORULAR
Artık ilk iki sorumuza bir cevap vermenin zamanı geldi. Gördüğünüz gibi, “isyan etmiştir” diyen de var, “hayır etmemiştir” diyen de var.
Ahmet Yaşar Ocak, Şeyh Bedreddin’in aslında isyan etmediği, iftiraya uğradığı iddiasının tarihsel bir değeri olmadığını söyleyerek bu konuda kesin görüş belirtir.[7] Necdet Kurdakul ise, Bedreddin’in silaha başvurmayacak bir devrimci olduğu, kurmak istediği hukuk ve adalet düzenini Sultan’a anlatmak için yanına gitmek isterken, kötü niyetli kişiler tarafından gammazlanıp mahkûm edildiği kanısındadır.[8]
Peki, sen fikrini söyle derseniz, ben isyan etmiş olduğu yönünde oyumu kullanırım. Öykünün İznik’ten kaçıştan sonraki bölümünde Hafız Halil’in açıklamaları bana pek inandırıcı gelmiyor. Bu yüzden, eğer siz de uygun görürseniz, Şeyhin gerçekten isyan etmiş olduğunu kabul edelim ve yolumuza öyle devam edelim.
20. SORULAR
İkinci soru için ben fikrimi söyledim. Şeyh Bedreddin ile Börklüce Mustafa’nın ilişkisi hakkında şüphe yok. Hafız Halil bile bunu inkâr edemiyor. Ama bana sanki Börklüce Mustafa kendi kararlarını kendi veriyormuş gibi geliyor. Aralarında gerçekten bir emir komuta ilişkisi varsa bile, bunu kanıtlayacak somut bir delil elimizde yoktur.
21. ŞEYH BEDREDDİN’İN DÜŞÜNCE YAPISI
Şimdi Şeyh nasıl bir düşünce yapısına sahipti, onu incelemeye çalışalım.
Şeyh Bedreddin her şeyden önce bir fıkıh alimi. Bu kariyeri günümüze uyarlamaya çalışırsak hukuk bilgini diyebiliriz. Menakıbname’ye göre 48 yapıtı var. Başka kaynaklar yapıtlarının sayısını 38 olarak veriyor. Bunların sadece bir kısmı günümüze ulaşmış. Varidat adlı eseri dışında hepsi fıkıh konusu ile ilgili. Yani hukuk kitapları veya makaleleri diyebiliriz. Bunlar sıradan kitaplar değil. Vecihi Timuroğlu onun Camü’ul Fusüleyn adlı kitabını ve bu yapıtın açıklaması olan Teshil adlı yapıtlarını evrensel hukukun öncüleri diye nitelendiriyor. Ama bunlar, terim yerindeyse, teknik konularda yazılmış eserler. Şeyhin düşünce yapısı ve hayat görüşü ile ilgili ipuçları taşımıyor.
·         Onun düşünce yapısı hakkında fikir edinebileceğimiz tek eseri Varidat. Varidat’ın kelime anlamı içe doğuşlar demek.
·         Bu eser Bedreddin’in kendisi tarafından yazılmış değil. Onun konuşmalarının, sohbetlerinin öğrencileri tarafından yapılmış bir derlemesi olduğu düşünülüyor. Bedreddin’in bazı kavramlar hakkındaki görüşlerini içeriyor.
Varidat’ta neler var:
·         Tasavvufi felsefe var. Evrende yaratan ve yaratılan yoktur. Evren tanrının kendisidir diye özetleyebileceğimiz vahdet-i vücut görüşü var.
·         Ölümden sonra diriliş, cennet-cehennem, melek-şeytan kavramları reddediliyor.
·         Varidat okuyucusu, “Ruhun tanrı tarafından üflendiği yalandır. Vucutta ruh, kendi bileşiminden dolayı vardır. Organların, kasların, eklemlerin devinimlerini ve eylemlerini yöneten güçtür ruh.” Diyen Bedreddin’in materyalist olduğunu düşünmeye başlamışken, “ruh maddeden önce gelir” deyiveriyor. Demek oluyor ki, Varidat’tan bir paragraf okuyup ona göre Bedreddin hakkında bir yargıya varmak doğru olmaz. Birbiriyle çelişen, ifadeler vardır. Şunu söylemek mümkün: Sünni İslam’ın tek tanrıcılığının yerine tüm tanrıcılık (Panteizm) vardır ama materyalist olduğu söylenemez. Bedreddin, çağının İslam dünyasında, bilimsel kafaya erişmiştir. Ama buna karşın kendini mana evreninden kurtaramamıştır.
23. ŞEYH BEDREDDİN’İN DÜŞÜNCE YAPISI-2
Şeyh Bedreddin çok yönlü bir kişiliktir. Ahmet Yaşar Ocak’a göre Şeyh Bedreddin’in dört cephesi vardır:[9]
·         Alim Bedreddin: Sünni İslam’ın Hanefilik yorumuna bağlı olmakla beraber, daha akılcı ve daha serbest düşünüp içtihad yapabilen bir bilgindir. Onun hukuk görüşü, özgürlük, bağımsız yargı ve adalet ilkeleri üzerine oturmaktadır. Teshil isimli eserinin önsözünde salt kendilerinden önce gelmiş yargıçların kararlarına ve yargılarına bağlı kalan yargıçları, tutsak yargıçlar olarak tanımlar. “Başkalarının içtiadı ile yargıya varmak haramdır” der. Ve şunları söyler: Bir yargıcın kararı, Ebu Hanife’nin ve İmameyn’in kararına karşıt olursa, o karar geçerli olur. Yeni bir yorumcuya dayandığı için bu böyle olmalıdır.[10] Bu, o günkü Osmanlı hukuku için çok önemli bir çıkıştır. Yargı bağımsızlığının ilk adımı olarak düşünülebilir.
·         Materyalist Feylesof Bedreddin: İslam’ın bazı temel inanç esaslarını, bu arada Ahiret ve ona bağlı kavramları tam anlamıyla akılcı, hatta bir ölçüde maddeci bir görüşle yorumlayan Bedreddin. Varidat’taki bir takım fikir ve görüşleri onun bu yönüne örnek oluşturuyor.
·         Sufi Bedreddin: Sık sık cezbeye giren, gayba (hislerle veya akıl yoluyla bilinemeyen) ait bir takım durumlardan haberdar olduğuna, hiçbir aracı olmadan Allah’ın doğrudan hitabını işittiğine, ölü hayvanları diriltebildiğine inanan Bedreddin. Varidat’ta onun bu yönüne ilişkin örnekler görebiliyoruz.
·         İhtilalci Bedreddin: Bozuk düzeni ve toplumsal rahatsızlıkları düzeltmek üzere siyasal iktidara talip olan Bedreddin.
Ahmet Yaşar Ocak, yukarıdaki değerlendirmeyi yaptıktan sonra, Bedreddin’in bu dört cepheli kişiliğinin, temelde biri “materyalist, akılcı”, diğeri “spritüalist, mistik”, iki zıt yönü birlikte barındırdığını belirtir.[11]
24. ŞEYH BEDREDDİN’İN DÜŞÜNCE YAPISI-3
  Materyalist ve akılcı: Hukuk alanında devrim yaratan, yazdığı kitaplar yüz elli yıl referans olarak kullanılmış bir bilim insanı
  Spirütüalist ve mistik: Sık sık cezbeye giren, gayba ait birtakım durumlardan haberdar olduğuna, hiçbir aracı olmadan Allah’ın doğrudan hitabını işittiğine, ölü hayvanları diriltebildiğine inanan bir sufi

25. ŞEYH BEDREDDİN NİÇİN İSYAN ETTİ-1
Ölümünden sonra Şeyh’i sevenler ‘Bedreddinciler’ diye bir grup oluşturmuşlardır. Bu grubun Bedreddin’i beklediği söylenir. Tüm dinlerde sınıfsız bir toplumu oluşturacak birinin geleceği beklenir. Hıristiyanlar Mesih’i bekliyorlar. İbranilerden geçme bir inanç. Budistler Buda’nın geleceğine ve bütün kötülüklere son vereceğine inanıyorlar. İslam dünyasında da Şiiler, Mehdi’nin bir gün geleceğini, kurtla kuzunun bir arada yaşayacağı bir düzen kuracağını söylerler. Kurtla kuzunun bir arada yaşayacağı bir düzen, sınıf ayrımının olmadığı bir düzendir.
Ahmet Yaşar Ocak, Bedreddin’in ihtilalciliğini münhasıran onun kendisini mehdi olarak kabul etmesine bağlar. Abdülbaki Gölpınarlı da aynı görüştedir. Gölpınarlı’ya göre, Varidat’ta yer alan aşağıdaki ifade, Bedreddin’in kendisini mehdi olarak gördüğünün bir ifadesidir:
Taha suresinde, “dağları sorarlarsa sana, de ki: Rabbim onları un ufak eder, kum gibi savurur da yeryüzünde bir iniş de göremezsin, bir tümsek de” denmiştir. Son zamanlarda zatın zuhuruna, tevhidin yayılacağına, tek zatın buyruk yürüteceğine, sıfatlar saltanatının kalkacağına, zamanın sahibinin tümden tevhide mazhar olacağına, halkı da bu tevhide çağıracağına, bir inişi ve bir tümseği bulunmayan, dümdüz olan sırrına davet edeceğine, (...) işarettir.
26. ŞEYH BEDREDDİN NİÇİN İSYAN ETTİ? - 2
Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre, Şeyh Bedreddin ile yakından tanışan Abdurrahman bin Ali el-Bistami isindeki bir kişinin ‘Sahattu’l-Bum fi Havadisi’r-Rum’ (Anadolu Olaylarına Dair Baykuş Çığlığı) isimli risalesini Bedreddin’e okutmuş ve eserde sözü geçen mehdinin Şeyh’in kendisi olduğuna onu inandırmıştır. Timur istilasının meydana getirdiği siyasal ve sosyal çöküş ortamında Şeyh Bedreddin, kendisinin mehdi olduğuna kanaat getirmiş ve onun için isyan etmiştir. Saltanat rejimi karşıtlığı, o dönem için akla gelebilecek bir düşünce değildir. Farklı dinlere ve etnik kesimlere mensup insanları bir araya getirebilen, ileri sürüldüğüne göre de eşitlikçi, iştirakçi hakça bir düzen, yani bir ‘dünya cenneti’ vaad eden bir hareket, tipik bir mehdici harekettir.
27. ŞEYH BEDREDDİN NİÇİN İSYAN ETTİ? - 3
Şeyh Bedreddin’in kendini mehdi olarak gördüğünü iddia edenlerin ileri sürdüğü kanıtlar bunlar. İnanıp inanmamak size kalmış. Peki mehdi olduğuna inandığı için isyan ettiğine ikna olmadıysak ne diyebiliriz. Tabii ki dünyevi sebeplerle isyan etmiştir diyebiliriz. Bu mantıklı mı? Bence mantıklı. Ortam bir isyan hareketi için uygun bir ortam. Kargaşa ortamı var, iktidar boşluğu var, hoşnutsuz kitleler var. Şeyh Bedreddin de liderliğe yakışan bir kişilik. Soyluluk desen Çelebi Mehmed’ten daha soylu. Yönetim kademelerinin sultandan sonraki en üst basamağında bulunmuş biri. Kitleleri etkileyebilen biri. İdealleri olan biri.
28. SORULAR
Ben dördüncü soruya kesin bir yanıt veremedim.
Aslında kendini mehdi olarak veya dünyevi bir lider olarak görüyor olması bence sonuç açısından bir şey değiştirmiyor. Bu mehdilik iddiası birçok yazar tarafından işlendiği için gündeme getirmek ihtiyacını hissettim. Bence Şeyh Bedreddin kendini mehdi olarak görüyor olsa bile, Akılcı yönüne vurgu yaptığımız bu kişilik, herhalde isyan başarılı olup da tahta oturduğunda olacakları Allah’a bırakmayı düşünmüyordu. İktidarı ele geçirmesi durumunda nasıl bir düzen kuracağına ilişkin bir plan ve programı olmadığı anlamına gelmez. O zaman bu soruyu atlayıp gelelim son sorumuza:
Şeyh Bedreddin nasıl bir düzen kurmak istiyordu?
Şeyh Bedreddin ile birlikte anılan iki ideal var. İştirakçilik ve senkretizm.
Öncelikle bu idealleri Şeyh Bedrettin ile ilişkilendirmenin ne kadar doğru olduğuna bakalım.
29. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK İSTİYORDU?
İŞTİRAKÇİLİK
Börklüce Mustafa’nın kolektivist söylemi hakkındaki bilgimiz Dukas’ın aşağıdaki sözlerine dayanmaktadır:
O zamanlarda İon Körfezi civarında bulunan ve halk dilinde Stilaryon (Karaburun) denilen dağlık bir ülkede sıradan bir Türk köylüsü ortaya çıktı. Stilaryon, Sakız Adası’nın karşısında yer alır. Sözü edilen köylü Türklere söylevler veriyor, öğütlerde bulunuyor, ve kadınlar ayrı olmak üzere, erzak, giyecek, hayvan ve tarla gibi şeylerin tümünün toplumun ortak malı kabul edilmesini öğütlüyordu. Diyordu ki: Ben senin malını kullanabildiğim gibi sen de benim malımı aynı şekilde kullanabilirsin.
Bedreddin’in ideolojik sistemi konusunda toparlanabilen unsurları analiz ederken, ona mal edilen ‘kolektivist’ (iştirakçi) düşüncelerin yalnızca Börklüce’ye atfen dile getirildiğini, bunun da yalnızca Dukas’ın metninde yer aldığını gözden uzak bulundurmamak gerekir. İşte bu noktada cevap aramamız gereken soru, Börklüce Mustafa’nın iştirakçi düşüncelerinin Şeyh Bedreddin ile bir bağlantısının olup olmadığıdır.
Şeyh Bedreddin’in kendi eserinde iştirakçilik ile ilgili bir şey var mı?
Vardat’ta ise, iştirakçilik ile ilişkilendirilebilecek şu satırları görüyoruz:
İnsanların bir kısmı bir kısmına tapıyor; kimisi de altın ve gümüş paralara, yenecek, içilecek şeylere, yücelikleriyle övülecek şeylere ibadet ediyorlar ve Allah’a ibadet ediyoruz sanıyorlar. İnsanlar cahiliye devrinde görünen putlara taparlardı. Şimdiki zamanda da vehmettikleri putlara tapıyorlar, umarım ki Allah gerçeği meydana çıkarır da gerçek olarak Allah’a taparlar.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “iştirakçilik davasını ilgilendirecek bir fikrin onun kitaplarında hiçbir izi yoktur” der.
Bezmi Nüsret Kaygusuz, onun, malların zorla bölüştürülmesi değil, tasavvufun özünde olan azla yetinme yoluyla eşitliğin sağlanması fikrinde olabileceğini söyler.
Şerafeddin Yaltkaya ise, iştirakçilik fikrinin onun eserlerinde doğrudan yer almadığını ancak Varidat’tan böyle bir görüşün çıkarılabileceğini belirtir.
Çetin Yetkin de yukarıdaki satırları referans göstererek Şeyh Bedreddin’in insanın insana tapmasına ve zalimlerin zulmüne karşı çıktığını belirtir.
Ancak bu öğretinin tam bir kolektif üretim ve paylaşım öneren bir öğreti olduğunu söylemek zordur. Daha ötesinin Börklüce Mustafa’nın yorumu olduğunu kabul etmek zorundayız.
Franz Babinger, yaşadığımız zamandan geriye bakarak, 1416 yılında yaşanmış ayaklanmaya komünist öğeler yüklemek zorlama bir yaklaşım gibi dursa da Batıni kökenli dinsel ve siyasal hareketlerde komünist öğeleri görmenin mümkün olduğunu söyler. Babinger’e göre, bu öğeleri özellikle Karmatiler’de görmek mümkündür.
İbn-i Arabşah, Mısır dönüşü, Şeyh’in çevresine fukaha ve fukarayı topladığını yazıyor. Sufi tabiatlı olduğunu da ekliyor. Demek ki Şeyh, yoksuldan yana bir tutum içindedir. İbn-i Arabşah, Bedreddin ile çağdaştır. Kendisiyle görüşmüştür. Dolayısıyla verdiği bilgilerin önemi büyüktür.
Vecihi Timuroğlu, Şeyh Bedreddin’in iştirakçilik düşüncesinde olduğunu en güçlü şekilde savunan yazarlardandır. Bu konuda şunları söyler: ”Feodal toplumda halkı yanına almanın en belirgin yolu, toprağın sultana özgü olan özel mülkiyetini ortadan kaldıracağını bildirmektir”. Yani, “Şeyh Bedreddin sultana isyan ettiğine göre özel mülkiyetin kaldırılmasını savunuyor olsa gerek” diyor. Ama Şeyhin bunu gerçekten savunduğuna ilişkin bir somut kanıt o da gösteremiyor.
Sonuç olarak, Bedreddin’in öğrencilerine daha adaletli bir düzenden söz ettiği bir gerçektir. Ama onun tam anlamıyla bir kollektif üretim ve tüketim öneren bir söylem içinde olduğunu söylemek mümkün değildir.
34. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK İSTİYORDU?
SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)
SENKRETİZM: Farklı inançlarda temelde yatan bir birliği öne sürerek farklı inançlara karşı daha kapsayıcı bir duruşu savunan hareket
Bazı yazarlar diyorlar ki Şeyh Bedreddin, İslamiyet ile Ortodoks Hıristiyanlığı birleştirip tek din haline getirmeyi amaçlıyordu. Bu başlık altında Şeyh’in gerçekten böyle bir düşüncesi var mıydı? Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Sorularına cevap arayacağız. Ama başlamadan önce bir an bunun gerçek olduğunu düşünmenizi istiyorum. O tarihte milliyet diye bir ayrım yok. İnsanlar arasındaki tek ayrım din. Din aynı olursa Balkanlar ve Anadolu tek millet olacak. Bir ihtimal diğer Avrupa ülkeleri ile de fazla bir çelişkimiz kalmayacak. Tarihin akışı nasıl değişirdi düşünebiliyor musunuz?
Neyse biz yine hayal kurmayı bırakıp gerçek dünyaya dönelim. Her ne kadar Osmanlıların farklı dinlere karşı ‘hoşgörü’sünü bazı tarihçilerimiz bir övünme sebebi olarak ortaya koysalar da Osmanlı’nın yaklaşımıyla yönetilen bir devlette toplumsal barışın sağlanamayacağı açıktır. Bugünkü anlayışla konuya baktığımızda, değişik inanç gruplarından insanların bir arada huzur içinde yaşayabilmesinin tek koşulunun laiklik olduğunu biliyoruz. Ancak Orta Çağ’da din üzerine temellendirilmemiş bir devletten değil, bir siyasi düşünceden bile söz etmek mümkün değildi.
Şeyh Bedreddin konusunda inceleme yapmış olan birçok yazar onun dinler-arası bir bağdaştırmacılığı hedeflediği sonucuna varmıştır. Burada tartışmak istediğim konu, Şeyh Bedreddin’in kafasındaki bağdaştırmacılığın hangi boyutta olduğudur.
·         Doğu Alman tarihçi Ernst Werner’in ileri sürdüğü gibi, iki dini en geniş temel üzerinde eşitlemeyi mi düşünmektedir, yoksa Osmanlı tarzı ‘hoşgörü’nün biraz daha yumuşatılmış şekli midir amaçladığı? Bu konuda eldeki kaynaklar ne diyor? Bakalım.
·         Şeyh Bedreddin üzerinde önemli etkisi olduğu bilinen İbn-i Arabi, bağdaştırmacılık konusunda ilerici görüşlere sahiptir.
35. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK İSTİYORDU? SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)-2
Aslında burada en önemli soru, bağdaştırmacılık diye bir şeyin mümkün olup olmadığı sorusudur. Halka din konusunda bir şeyler dayatmanın pek mümkün olmadığını tarihteki birçok örnek bize göstermiştir. Ama sanki bu koşullarda bu işin altyapısı uygun gibi görünüyor.
·         Anadolu’da ve Rumeli’de yaşayan halkların arasında dini ayrımcılığa dayanan önemli sürtüşmeler yaşandığına pek şahit olmuyoruz.
·         Zaten her iki cemaat de, esas dinlerini Ortodoks yorumundan uzaklaşarak birbirlerine yakınlaşmış durumdalar. Bu yönden bakıldığında, bağdaştırmacılığın alt yapısının hazır olduğunu söyleyebiliriz.
·         Osmanlı’nın Balkanlar’ı fethi sırasında sufi dervişlerin Hıristiyan halk arasında yaptığı propaganda da büyük ölçüde bağdaştırmacı özellikler taşıyordu.
·         P. Wittek şöyle bir örnek verir: “Daha Bayezid zamanında Bursalı bir vaiz kürsüde İsa’nın Muhammed’den hiç bir zaman daha küçük bir peygamber olmadığını ilana cesaret etmişti. Müminlerin bu sözler karşısında gösterdikleri iyi kabul, ruhların Hristiyanlıkla Müslümanlığın, esasta ancak bir ve aynı din olduğunu vaaz eden bir mezhep için ne kadar hazırlıklı olduğunu gösterir”.
36. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK İSTİYORDU? SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)-3
·         Dinlerin birbiriyle kaynaşmasını Şeyh Bedreddin’in özel yaşantısında da gözlemlemekteyiz. Annesi, karısı ve gelini Hıristiyan kökenlidir.
·         Şeyh’in Sakız Adası’na yaptığı ziyaretin Menakıbname’de anlatılan hikayesine bakarsak, orada da bağdaştırmacılık ile ilgili örnekler görmekteyiz.
Hem Börklüce’ye hem de Şeyh Bedreddin’e bazı İsa peygamber benzeri özellikler yüklenmiş olması da ilginçtir.
·         Bedreddin Sakız adasına giderken gemisi yolda fırtınaya tutulur ve Bedreddin dua ederek fırtınayı durdurur. İdam sehpasına gitmesi için altına at verirler. Ata binmeyi kabul etmez. İdam sehpasına yürüyerek gider.
·         Dukas’ın yazdıklarını hatırlarsanız, Sisamlı keşiş, Börklüce Mustafa’nın suyu yürüyerek geçtiğini söylemiştir. Daha sonra da çarmıha gerilerek öldürülmüştür. İhtimal ki Mustafa’ya Hıristiyan dostluğunun cezasını çekmek zorunda olduğunu göstermek için çarmıha germe cezası uygulanmıştır.
37. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK İSTİYORDU? SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)-4
Dukas’ın Börklüce Mustafa hakkında yazdıklarında da güçlü bir senkretizm kendini göstermektedir:
Köylü (Börklüce Mustafa), cahil halkı bu çeşit sözleriyle kendi tarafına çektikten sonra Hıristiyanlar ile dostluk kurulmasına çalıştı. Köylünün ifadesine göre Hıristiyanların Allah’a inanmış olduğunu inkâr eden her Türk, bizzat kendi dinsiz idi. Köylünün bütün fikir arkadaşları rastladıkları Hıristiyanlara dostça davranıyorlar ve onlara Cenab-ı Hak tarafından gönderilmiş gibi saygı gösteriyorlardı. Her gün Sakız Adası hükümeti ile dini görevlilere adamlar göndererek Hıristiyanlar ile uyuşmayan kimselerin kesinlikle aydınlanmış ve yüksek düzeye erişmiş kişiler olamayacağı hakkındaki düşüncesini onlara bildiriyordu.
Ama nasıl Börklüce Mustafa’nın iştirakçilik konusundaki görüşlerini ve uygulamalarını sorgulamadan Şeyh Bedreddin’e mal etmediysek, bağdaştırmacılık konusundaki görüşleri için de aynı yolu izleyeceğiz.
·         Franz Babinger, Georg Jacob’un çalışmasına atıfta bulunarak, Börklüce Mustafa’nın öne çıkardığı bu İslamiyet ile Hıristiyanlık arasındaki ortak değer algısının sufilik ve Hurufi inancında görülebileceğini söyler.
·         Doğaldır ki, dinler arası bağdaştırmacılık fikrini bu derece özümsemiş bir kişinin, cihad düşüncesini ön plana çıkaran Musa Çelebi emrinde çalışmış olması bir çelişkidir. Ernst Werner, N. Filipovic’e dayanarak, Bedreddin, Musa’dan bütünüyle farklı olarak, gazi düşüncesini terk ederek, cihad fikirlerinden vazgeçtiğini söylemektedir.
·         P. Wittek, Bedreddin’in hayalinin, “bütün mezhep farklılıklarının silindiği, tasavvufi bir tanrı aşkıyla erişilen bir çeşit insaniyetçi komünizm” olduğunu söyler diye ilave eder.
·         M. Tayyib Gökbilgin’e göre de “Şeyh Bedreddin Mahmud, Dobruca’da ve Muhtelif Rumeli bölgelerinde bulunduğu sıralarda muhtelif mezhepler ve etnik unsurlar arasındaki dini ve sosyal uçurumları görmüş, her şeyden evvel, hakim unsurun mensup olduğu İslam dini ile Şark Hıristiyan kilisesi arasında, diğer hetorodoks mezhepleri de içine alarak, bir yakınlaşmanın ve anlaşmanın zeminini hazırlamak istemiş, bu işin hayati lüzumuna inanmıştı”.
·         M. Şerafeddin Yaltkaya da Şeyh Bedreddin’in kurmak istediği düzende bağdaştırmacılığın ön planda olduğuna inananlar arasındadır. Onun, Osmanlı diyarında yerleşik halklar arasındaki din farkını kaldıracağını, Müslüman olmayan ahalinin de yönetime eşit olarak katılacağını söyler.
·         Mustafa Akdağ’ın ise, Bedreddin’in senkretizmi konusundaki görüşü olumlu değildir:
Hıristiyanlar, Şeyh’e yakınlık duymuşsa bunun sebebi onun görüşlerini benimsemeleri değil, kendilerini esir olarak gördükleri için egemen taraftan gelen bir yakınlaşmayı olumlu karşılamalarıdır.
SON SÖZ
       Kendini mehdi olarak gördüğünü öne sürenler vardır
       Yoksuldan yana tutum içinde olduğu, adalet kavramına önem verdiği kesin olmakla birlikte, Börklüce Mustafa’nın propagandasını yaptığı iştirakçi düzenin Şeyh Bedreddin’in öğretisi olduğunu öne sürecek veriler elimizde yoktur.
       Kalkışması başarıya ulaşsaydı teokratik monarşi dışında başka bir düzen kurması mümkün değildi. Ancak, kapıkullarına karşı Türk soylularını ön plana çıkaracağını, köylüyü dere beylerinin eline bırakmak yerine adil bir tımar sistemini kuracağını düşünebiliriz.
       Şeyh Bedreddin’in yapabileceği en büyük devrim, dinler arası bağdaştırmacılık alanında olabilirdi
Ernst Werner’in deyişiyle, “eğer Şeyh Bedreddin kazanmış olsaydı, Balkan halkları ve Türk halkı, daha sonraki yıllarda çekmiş oldukları acıları çekmeyeceklerdi.”


[1] İslam Ansiklopedisi, Bedreddin Simavi Maddesi, s.332
[2] Abdülbaki Gölpınarlı-İsmet Sungurbey, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve Manakıbı, İstanbul, 2008, s.205-212
[3] Abdülbaki Gölpınarlı-İsmet Sungurbey, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve Manakıbı, İstanbul, 2008, s.212-216
[4] Dukas, Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, An Annotated Translation of "Historia Tarco—Byzantina” by Harry I Magoalias, Wayne State University, s.119-121
[5] Börklüce Mustafa ve Tasvirrü-l Kulub (Kaplerin Tasviri), Hazırlayan Mehmet Işıktaş, Ankara, 2015
[6] Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, İstanbul, 1977, s.237-238
[7] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler XV-XVII Yüzyıllar, İstanbul, 2014, s.187
[8] Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, İstanbul, 1977, s.235
[9] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler XV-XVII Yüzyıllar, İstanbul, 2014, s.232
[10] Vecihi Timuroğlu, Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve Varidat, İstanbul, 2013, s.52
[11] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler XV-XVII Yüzyıllar, İstanbul, 2014, s.232-233