ŞEYH BEDREDDİN KAZANSAYDI NASIL BİR DÜNYADA YAŞARDIK?
Aslında Şeyh Bedreddin’in hikayesini beş
dakika içinde anlatmak mümkün. Şeyh Bedreddin bilgin ve soylu bir kişidir.
Fetret Devri karışıklıkları sırasında bir ara Rumelinde iktidarı eline geçiren
Şehzade Musa’nın kazaskerliğini yaptı. Sultan I. Mehmed kardeşini öldürüp tahtı
ele geçirice Bedreddin’i İznik’e sürgüne gönderdi. Bu arada Bedreddin’in müridi
olduğu söylenen Börklüce Mustafa Karaburun’da bir isyan başlattı ama bu isyan
Osmanlı tarafından bastırıldı. Şeyh Bedreddin İznik’ten kaçıp Rumeline gitti.
I. Mehmed’in adamları Şeyh’i yakalayıp Serez’e getirdiler. Orada mahkeme edildi
ve asıldı.
Aslında hikaye ana hatlarıyla bundan ibaret.
Ama Şeyh Bedreddin’in öyküsünü ilginç ve önemli yapan bazı özellikler var. Özellikle,
Börklüce Mustafa’nın Şeyh Bedreddin’den kaynaklandığı iddia edilen iştirakçilik
söylemi ve uygulamaları bu tarihi olaya politik bir cephe kazandırmış ve
değişik siyasi görüşten gurupların üzerinde çok tartıştıkları bir konu haline
getirmiş.
1. SORULAR
Konunun tartışmaya açık olmasının sebebi, Şeyh
Bedreddin ve Börklüce Mustafa hakkında nesnel kanıtlarla açıklığa
kavuşturulamamış birçok soru olması. Şeyhin doğum tarihi, ölüm tarihi bile
çeşitli kaynaklarda farklı farklı verilmektedir. Ben, konumuz açısından önemli
gördüğüm soruları aşağıda gördüğünüz gibi sıraladım. Konuşmanın akışı içinde bu
sorulara yanıt bulmaya çalışacağız.
Şeyh Bedreddin Osmanlı Devleti’ne
baş kaldırdı mı?
Börklüce Mustafa’ya kalkışma
emrini Şeyh Bedreddin mi verdi?
Börklüce Mustafa’nın
İştirakçiliğinin kaynağı Şeyh Bedreddin midir?
Şeyh Bedreddin, eğer isyan
ettiyse, sebebi ne idi?
Kendini bir mehdi olarak mı yoksa
bir dünyevi lider olarak mı görüyordu?
Şeyh Bedreddin, eğer isyan
ettiyse, nasıl bir düzen kurmak istiyordu?
Baştan söylemiş olayım ki bulacağımız cevaplar
iki kere iki dört şeklinde olmayacaktır. Yorumlar yaparak bazı sonuçlara
ulaşmaya çalışacağız. Değişik kaynakların değişik düşüncede olduğunu göreceğiz.
Belki kendi aramızda da farklı görüşlerde olanlar çıkacak. Bu son derece doğal.
Çünkü bu soruların hiçbirinin genel kabul görmüş bir tek cevabı yok.
2. KAYNAKLAR
Sorularımıza yanıt ararken mümkün olduğunca
birincil kaynaklara başvurmaya çalışacağız.
İtibar edeceğimiz kaynakları aşağıda
sıraladım. Tabii ki Şeyh Bedreddin’in yaşadığı dönemde onun hakkında yazılmış
olanlara birinci derecede itibar edeceğiz ama bunların da çoğunun nesnellikten
uzak olduğunu söylemek gerekiyor.
Menakıbname, Şeyh Bedreddin’in torunu Hafız
Halil bin İsmail tarafından kaleme alınmış manzum bir biografi. Hafız Halil,
dedesini tanımış, onunla oturup konuşmuş birisi. Söyledikleri tabii ki önemli
ama Hafız Halil bu eseri, dedesinin itibarının iade edilmesini sağlamak
amacıyla yazıp Fatih Sultan Mehmed’e sunmuş. Dedesinin isyancı falan olmadığına
sarayı ikna etmeye çalışıyor. Osmanlı vakanüvisleri ise saraya kapılanmış,
sarayın hoşuna gidecek şeyleri yazmayı kendilerine görev edinmiş insanlar. Bunların
gözünde Şeyh Bedreddin, siyasal tutkularının ve tehlikeli sapkın eğilimlerinin
dürtüsüyle hareket eden bir kışkırtıcıdır. Dolayısıyla her ikisinin de
yazdıklarını ‘kayd-ı ihtiyatla’ ele alacağız.
Bizanslı tarihçi Dukas önemli bir isim.
Aslında Dukas için Foçalı diyen yazarlar var. İsmi kaynaklarda ilk defa 1421
yılında Foça Potesta’sının sekreteri olarak hizmet ederken geçmektedir.
İstanbul’un fethinden sonra Lesbos’da Gattilusi ailesinin hizmetine girmiş ve
bu aile tarafından Osmanlı sarayına diplomatik görevlere de gönderilmiş olan bu
tarihçi, Historia ve Bizans’ın Çöküşü ve
Osmanlı Türkleri Tarafından Yıkılışı isimli eserleriyle tanınır. Dukas, tarafsız bir konumda. Dolayısıyla onun yazdıklarına inanmamak
için ben bir sebep görmüyorum. O da Börklüce Mustafa’yı detaylı olarak anlatır
ama Şeyh Bedreddin’den hiç söz etmez. Varidat ise, Şeyh Bedreddin’in
konuşmalarının sohbetlerinin öğrencileri tarafından yapılmış bir derlemesi. Bu
eserden de Şeyh’in görüşleri hakkında ipuçları çıkarmaya çalışacağız.
Modern kaynaklarda da ideolojik yaklaşımlar
ağır basıyor olabilir. Her yazarın bir siyasi görüşünün olması doğaldır. Ben,
mümkün olduğunca konuya bilimsel yaklaşan tarihçilerin görüşlerine yer vermeye
çalıştım.
Bundan önce yaptığım konuşmalarda, dikkat
ettiyseniz, bilgi kaynaklarına değinmedim. Bir bilgiyi verdikten sonra “bu bilgiyi
şuradan aldım” demek anlatımın akıcılığına zarar verebilir diye düşündüm ama bu
akşam hep kaynak belirterek konuşacağım. Hatta hem kaynak belirteceğim, hem de
kaynağın güvenilirliği hakkındaki görüşlerimi aktaracağım. Çünkü, konu Şeyh
Bedreddin olunca işler biraz karışık.
Arkadaşlar, bir de elimden geldiğince objektif
yani nesnel olmaya çalışacağım. Bence tarihi olaylara bakarken onların
arasından kendi siyasi görüşümüzü destekleyecek kanıtlar bulup çıkarmak
amacıyla değil, gerçekten ne olup bittiğini anlamak amacıyla bakmamız gerekir. Zaten,
gönlümüz öyle olmasını istiyor diye temelsiz bir iddiayı gerçekmiş gibi
savunmaya kalkarsak savunduğumuz görüşe fayda değil zarar vermiş oluruz.
3. XV. YÜZYIL BAŞINDA BATI
ANADOLU’DA VE RUMELİ’DE SİYASİ VE TOPLUMSAL DURUM
·
Savaşlar ve Talanlar
Öncelikle, üzerinde konuşacağımız dönemdeki
siyasi ve toplumsal durumuna bir göz atmamız lazım ki, olayları sağlıklı bir
şekilde değerlendirebilelim.
1402 yılında Ankara Savaşı’nda Yıldırım
Beyazid Timur’un ordularına yenilince Anadolu’da yeni bir Moğol felaketi
yaşanmaya başladı. (1243 yılında Moğollar Kösedağ Savaşı’nda
Anadolu Selçuklu Devleti’ni yenince Moğollar Anadolu’yu
istila etmişti) Timur’un Anadolu’yu topraklarına katmak gibi bir niyeti yoktu.
Kendisi için bir tehdit olarak gördüğü Osmanlı Devleti’ni parçalayıp,
Osmanlı’nın yıktığı Türk beyliklerini yeniden ihya ettikten sonra Anadolu’dan
çekip gittiğini biliyoruz. Ama katlandığı bunca zahmetin karşılığında bir
şeyler almadan gidecek değildi. Almak istediğini de Anadolu halkından aldı. Savaşı
kazandıktan sonra, sanki kendisine karşı koyacak bir askeri güç kalmış gibi,
kasaba kasaba, kent kent dolaşarak, kaleleri zapt etme bahanesiyle, çok büyük
yağmalar yaptı. Halkın elinde ne var ne yok soymaya başladı.
Bu yağma hareketinin sonucu olarak Anadolu’da
doğudan batıya doğru bir göç yaşandı. İnsanlar kitleler halinde sahil kesiminde
biriktiler. Ancak bu bölgede yeni gelenlere iş olanakları sağlamak şöyle
dursun, savaşın yarattığı güvenlikten yoksun ortamda Batı Anadolu’nun kıyı
şehirlerindeki deniz ticareti de kesintiye uğramış olduğu için, bölge halkı
bile işini gücünü kaybetmiş durumdaydı. Göç eden kitlelerin bir kısmı Rumeli’ye
geçti. Rumeli’deki kargaşa ve sosyal sorunlar, Anadolu’da olduğundan daha ağır
bir hal aldı.
Fetret Devri’nde Anadolu’nun çok büyük
sıkıntılar çektiği muhakkaktır. Timur’un ölçüsüz yağmaları, siyasi otoritenin
ortadan kalkması sonucu oluşan karışıklıklar ve soygunlar, Osmanlı
şehzadelerinin taht kavgaları, Anadolu beyliklerinin karşılıklı çekişmeleri
gibi olaylar sosyal düzeni bozmuş ve toplumsal yoksulluğu arttırmıştı.
·
Dini İnançlar
Üzerinde konuştuğumuz dönemde din siyasetin
belirleyici unsuru olduğu için, yaygın dini inançların durumuna bir göz atmak gerekmektedir.
Hem Selçuklular’da hem de Osmanlı’da devletin
resmi dini Sünni İslam’dı. Göçebe Türkmen halk ise, Şamanlık’tan sahip olduğu
inanışları ve yaşam tarzını İslam’ın Hetorodoks yorumuyla bağdaştırarak,
kendine göre bir inanç sistemi geliştirmiştir. Bu inancın örgütlenme biçimi
tarikatlardır. Bu ikinci yaklaşımın şehirlerde kabul görmüş yorumu ise
Mevlevilik ve Bektaşilik olarak bilinmektedir.
Tarikatlar, yönetim erkini sorgulamaya
yönelmediği takdirde, iktidar sahiplerini rahatsız etmemiştir. Hatta devlet, bu
tarikatların örgütlendiği tekkelere maddi imkanlar sunarak onlarla bir çeşit çıkar
ortaklığı oluşturdu. Ancak bu çıkar ortaklığının bir sebepten bozulması durumunda
sürtüşmeler yaşandı.
Bölgedeki Hıristiyan halk arasından ise, Erken
Orta Çağ’dan beri Bogomilizm ve Katharizm tarikatları yaygındı. Bu inançların
temelleri, Sasanilerden önce İran’a hükmeden Parth İmparatorluğu’na kadar
uzanır. III. yüzyılda bu ülkenin Bizans sınırına yakın bölgede, Zerdüşt dini
ile Hıristiyanlığı bağdaştırarak yeni bir din ortaya çıkarmayı amaçlayan Mani
ortaya çıkmıştı. 275 yılında derisi yüzülerek öldürüldü. Ancak Manicilik, Orta
Asya’nın batısında yüzyıllar boyu etkisini sürdürdü. Hatta, Uygur Türkleri’nin
resmi dini oldu. İran’daki uzantısı ise Mazdekçilik idi. Bunlar paylaşımcılığı
en ileri içeriği ile savunan insanlardı. Bu dinin Bizans topraklarında
yarattığı etki ile Paulikan mezhebi ortaya çıktı. Bizans yönetimi, bu inanç
sahiplerine çok sert tepki gösterdi. Bunların arasında büyük kıyımlar yaptıysa
da köklerini kazıyamadı. Birçoğu Trakya’ya ve bugünkü Bulgaristan’a sürüldü. Bu
bölgelere sürülen insanlar Bogomilizm olarak anılan inancı yaymaya başladılar.
Bizanslılar bu inanç sahiplerini toplayıp Hipodrom’da diri diri yakmak gibi
uygulamalara bile girişti. Bu inancın Güney Fransa ve Kuzeydoğu İspanya
yöresine sıçramış olan taraftarları Katharos olarak anıldı. Onlar da tarih
boyunca büyük kıyımlara uğradılar. Şeyh Bedreddin İsyanı sırasında, özellikle
Bosna dolaylarında yaşayan halkın çoğunluğu Bogomil mezhebindendi.
Bölgedeki Yahudilik de, mesiyatik inançlara
çok açık, güçlü bir heterodoks yapı sergiliyordu.
Şeyh Bedreddin’in Rumeli’deki kalkışmasından
yaklaşık yetmiş yıl önce, Balkanlarda Bizans yönetimindeki bölgede, bir büyük
halk isyanı daha yaşanmıştı. Edirne’den başlayan bu ayaklanmada, büyük arazi
sahiplerine, soylulara, zenginlere karşı esnaf ve yoksul halk bir sınıfsal
savaşıma girmiş, daha sonra isyan bütün Trakya’ya yayılmıştı. Selanik bu
ayaklanmanın ikinci merkezi olmuş ve tüm bölgede zenginler, ileri gelenler
öldürülmüştü. Ayaklananlara Zelotlar deniyordu. İmparator Kantakouzenos bu
ayaklanmayı büyük bir güçlükle ve dostu Aydınoğlu Umur Bey’in yardımıyla
bastırabilmişti.
·
Şehzadelerin İktidar Savaşı
Timur Anadolu’yu terk ettikten sonra Yıldırım Bayezid’in
oğulları on bir yıl sürecek olan bir taht mücadelesine giriştiler. Doğal olarak
bu savaşta, şehzadelerin her biri toplumdaki belli güç odaklarını yanına almaya
çalıştı. Dolayısıyla, her bir şehzadenin kimleri saflarına katmaya çalıştığını
incelemek, toplumun o dönemdeki yapısı hakkında bilgi edinmemize yardımcı
olacaktır.
O dönemde, devletin tepesinde, Türk soyluları
ile kapıkulları arasında bir mücadele yaşanmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin
yönetici sınıfı kuruluş yıllarında tamamen Türk soylularından oluşuyordu. Zaman
içerisinde Osmanlı hükümdarları güçlendikçe, iktidarlarına ortak olarak
gördükleri bu aristokrasiyi bertaraf ederek gerek devletin yönetiminde gerekse
ordunun oluşumunda devşirme usulü ile toplanıp eğitilen kölelere ağırlık
vermeye çalıştılar. Çünkü bu kölelerin arkasında hiçbir toplumsal destek
olmadığından, her birinin çıkarı padişahın saltanatının sürmesine bağlıydı. Doğal
olarak Türk beyleri, sahip oldukları gücü savaşmadan bırakacak değillerdi. Bu
iki grup arasındaki mücadele Fatih Sultan Mehmed zamanında devşirmelerin kesin
zaferi ile sonuçlandı. İncelediğimiz dönemde ise, bu iki grup arasındaki
iktidar çekişmesi bütün hızıyla sürmekteydi.
Bu çelişkiye vurgu yaptıktan sonra, her bir şehzadenin kimlere
dayanarak savaştığına ayrı ayrı göz atalım. Aslında iktidar mücadelesine dört
şehzade katılmıştır. Ancak İsa Çelebi önemli bir varlık gösterememiş olduğu
için onu inceme dışı bırakıyoruz.
·
Süleyman
Süleyman, safahata düşkün bir insan olarak tanınıyor. Ankara Savaşı’nın
kaybedildiğini anladığında Rumeli’ye kaçtı. Edirne’ye yerleşti. Balkan
eyaletleri üzerindeki hakimiyetini Timur’a onaylattı. Hıristiyan komşularla
barış arayışına girdi. Süleyman bu siyasetle Türk akıncı beylerini karşısına
almış oluyordu. Onların beklentisi cihadın sürmesiydi. Bu unsurlar Süleyman’ı
terk edip Anadolu’dan gelen kardeşi Musa’ya yöneldiler. Süleyman Musa’ya
yenildi ve ‘cihad’a yüz çevirmesinin
bedelini hayatıyla ödemiş oldu.
·
Musa
Musa, Şeyh Bedreddin’e makam ve görev vermiş
bir kişi olarak konumuz açısından büyük önem taşımaktadır. Musa, ağabey’i
Süleyman’ı alt ederek Rumeli’ye hâkim olduktan sonra ilk işi, Süleyman’ın terk
etmiş olduğu cihadı hemen başlatmak oldu. Süleyman’ın terk ettiği toprakları
geri aldı. Bir süredir Bizans’tan alınmayan vergiyi talep etti. Hatta Bizans’a
karşı hücuma geçti. Diğer taraftan devletin içindeki aristokrasiyi de karşısına
aldı. P. Wittek, Musa’nın aristokratlara ve yüksek memurlara kin beslediğini,
onlara dehşet saldığını yazmıştır.
Ancak bunun sonucunda, Musa’nın dayandığı
sosyal taban akıncı beylerinden ibaret kaldı.
Bu gelişmelerin sonucu olarak, Bizans İmparatoru’nun,
Sırp Kralı’nın ve Türk beylerinin yardımlarıyla Mehmed, kardeşine üstünlük
sağlamayı başardı. Musa’yı öldürerek Osmanlı Devleti’ni tekrar birleştirdi.
·
Mehmed
Mehmed Çelebi’nin Anadolulu niteliği daha
baskındır ve kapıkulları hizbini temsil
ediyordu. Babasının Asya ve Avrupa’da bulunan mülkünü yeniden bir araya getirme
politikası gütmüş ve dinsel ortodoksluğu sıkı sıkıya savunmuştur.
4. ŞEYH BEDREDDİN’İN SOY AĞACI
Her ne kadar taraflı olduğunu ve bir amaca
yönelik olarak yazıldığını söylemiş olsam da Şeyh Bedreddin’in yaşam öyküsünü
anlatırken Menakıbname’yi esas alacağım. Söylediğim gibi, bu eserin yazarı Şeyh
Bedreddin’in torunu. Yazar dedesini tanımış ve eserinde anlattığı birçok olayı
onun ağzından dinlemiş. Menakıbname’yi
esas alacağım ama herhangi bir olay, başka kaynaklarda başka türlü
anlatılıyorsa, ona da değineceğim.
Menakıbname’ye göre, Bedreddin Mahmud, Selçuk hükümdarlarından Alaeddin soyundan
Abdülaziz oğlu İsrail’in oğludur. İslam Ansiklopedisi’nde Bedreddin'in soyunun
Selçuklu hanedanına bağlanması rivayeti şüphe ile karşılamakta, bazı son dönem
araştırmacılarının (bk Uzunçarşılı, 1, 360 vd.; Gökyay, s. 16-18) bu rivayetin
muhtemelen siyasi maksatlarla uydurulduğunu düşündükleri belirtilmektedir.[1]
Bedreddin’in Babası İsrail, akınlara katılan bir gazidir. Ama aynı zamanda
okumuş biridir. Dimetoka’nın fethinde bulunmuş ve fethettikleri kalenin beyinin
kızı ile evlenerek ona Melek ismini vermiştir. Bedreddin Mahmud, bu evlilikten,
1358 veya 1359 yılında, babasının kadı olarak görev yaptığı Edirne civarındaki
Simavna’da doğdu. Edirne 1362 yılında fethedilince ailesi oraya yerleşti.
5. ŞEYH BEDREDDİN’İN YAŞAM
ÖYKÜSÜ
·
Bedreddin ilk öğrenimini Bursa’da
ve Konya’da aldıktan sonra Suriye’ye ve ardından da Kahire’ye gitti. Dönemin
önemli bilginlerinden ders aldı. Memluk Sultanı Melik Zahir Bekuk’un oğlu
Ferec’in özel hocası oldu.
·
Sultan’dan kitap yayınlamak için
izin alarak eserlerini yazmaya başladı.
·
Kahire’de bulunan Şeyh Hüseyin
Ahlati ile yakınlık kurarak tasavvuf öğretisi ile tanıştı. Sultan Berkuk, Şeyh
Ahlati’ye ve Bedreddin’e iki kardeş Habeş cariye hediye etti. Bedreddin Cazibe
isimli Habeş cariye ile evlendi. İsmail adını verdiği oğlu dünyaya geldi.
Bedreddin, Şeyh Ahlati’ye derviş olup, kendini tasavvuf öğretisine kaptırdı. Bu
Bedreddin’in yaşamında bir dönüm noktası. O güne kadar Sünni bir bilim insanı
iken, mistisizme yöneldi. Kitaplarını Nil Nehri’ne döktüğü, Çile çekmek için
kapandığı hücrede gıdasızlıktan ağır şekilde hastalandığı anlatılır. Bazı
kaynaklar Bedreddin’i tasavvufa yöneltenin Şeyh Ahlati’den çok onun karısı
Meryem olduğunu söyler. Önceleri tasavvufun aleyhinde olan Bedreddin baldızı
Meryem'le yaptığı tasavvufi sohbetler üzerine tavrını değiştirerek Şeyh
Hüseyin'e intisap etti.
·
Bir ara Şeyh’in emriyle Tebriz’e
gidip Timur’un huzurunda yapılan ilmi tartışmalarda bulundu. Timur ondan,
kendisiyle kalmasını istedi. Kızı ile evlendirmeyi ve ülkesine şeyhülislam
yapmayı teklif etti ama Bedreddin bunu kabul etmeyip kaçarak Kahire’ye döndü.
·
Şeyh Ahlati, 1397 yılında öldü.
Vasiyeti doğrultusunda Bedreddin onun postuna oturarak şeyh oldu.
·
Ancak müridler ile yaşanan
çekişmeler yüzünden Kahire’den ayrılarak Edirne’ye dönmeye karar verdi.
6. DÖNÜŞ YOLCULUĞU
·
Dönüş yolculuğu sırasında Kudüs’e
Şam’a ve Halep’e uğradı. Bu kentlerde birçok kişi kendisini karşılayıp ona biat
ettiler ve kendileriyle kalmasını istediler ama o razı olmayıp yoluna devam
etti.
·
Konya’ya geldiğinde, Karamanoğlu
Mehmed Bey, münkir (inkar eden) olmasına karşın onu sarayına davet etti ve
yapılan sohbetin sonucunda Şeyh’e mürit oldu.
·
Daha sonra uğradığı Germiyan Beyi,
annesiyle birlikte Şeyh’i yaya olarak karşıladı ve ona biat etti.
·
Buradan Tire'ye geçti Börklüce
Mustafa ile burada tanıştı. (Bu bilgi İslam Ansiklopedisi’nden)
·
Aydınoğlu (İzmiroğlu) Cüneyd
Bey’den davet alıp İzmir’e gitti. Burada da birçok kişi kendisine mürit oldu.
·
İzmir’de bulunduğu sırada Sakız
Adası’nın kafirlerinden de Bedreddin’e davet geldi. Arapça bilen yedi papaz,
kendileri dönünceye kadar rehin olarak İzmir’de kalmak üzere Bey’in oğlunu da
alıp hediyelerle İzmir’e geldiler. Bedreddin davetlerini kabul etti ama, Bey’in
oğlunun rehin kalmasına gerek görmedi. Sakız Beyi gemiye kadar gelerek
Bedreddin’i karşıladı. Bedreddin adada on gün kaldı ve bütün papazların
gönüllerini büyüledi. Beyleri dahil birçoğu gizli olarak Müslüman oldu.
·
Sakız’dan Edirne’ye gitmek üzere
karaya çıktıktan sonra Kütahya’ya doğru ilerledi. Domaniç belini aşınca birçok
Torlak’la karşılaştı. Sohbet sırasında Kalenderiler tövbe edip Şeyh’e mürid
oldular.
·
Şeyh yoluna devam ederek, Bursa ve
Gelibolu üzerinden Edirne’ye vardı. Henüz sağ olan anne ve babası ile buluştu.
Babası onu sınamak için dervişlikten döndürmeye çalıştı. Dönmeyince, iki
gözünden öpüp hayır dualar etti.
·
Bedreddin, Bursalıların daveti
üzerine Anadolu’ya geçip Aydın’ı tekrar ziyaret etti. Sonra Edirne’ye dönüp
yedi yıl Edirne’de kaldı. O sırada kardeşleriyle giriştiği taht kavgası
sırasında Rumeli’ye hâkim olarak Edirne’de hükümdarlığını ilan etmiş olan Musa
Çelebi, Bedreddin’i kazaskerliğe atadı. Bu sırada Şeyh’in delaletiyle Müslüman
olmuş bir müridi Edirne’ye geldi. Bu kişinin Müslüman olmayıp bir Ermeni ile
evlenmiş olan kız kardeşinin kızı Hırmana, Şeyh’in oğlu İsmail ile
evlendirildi.[2]
7. DÖNÜŞ YOLCULUĞU (HARİTA)
Haritaya baktığımızda Bedreddin’in şöyle bir
rota izlediğini görüyoruz. Tire’ye, ardından İzmir’e ve Sakız’a gitmek için
normal yolundan sapmış. Bunu niçin yapmış olabilir. Tek açıklaması taraftar
kazanmak. O günden kafasında isyan fikri olduğunu söylemek aşırıya kaçmak olur.
Çevre edinmenin bir zararı olmaz diye düşünmüş olmalı.
8. ŞEYH BEDREDDİN’İN YAŞAM ÖYKÜSÜ
(Menakıbname) İZNİK SÜRGÜNÜNDEN ÖLÜMÜNE
Şeyh Bedreddin hakkında yazmış olan Osmanlı
vakanüvisleri arasında, Şeyh Bedreddin’in yaşamının bu aşamaya kadar olan
bölümünden söz eden yoktur desek yeridir. Sadece birkaç yazar birkaç cümle
sarfetmiştir. Bunlara daha ileride değineceğiz.
·
Yine Menakıbname’den devam edersek, Musa Çelebi’yi ortadan kaldıran
Sultan I. Mehmed, Bedreddin’i İznik’e sürgüne gönderdi ve kendisine bin akçe
maaş bağladı. Şeyh, Teshil isimli
eserini burada tamamladı.
·
Hacca gitmek için Padişah’tan izin
istedi. Amacı, Hicaz’dan sonra Mısır’a, Şeyh Ahlati Dergâhına gitmekti. İzin
verilmeyince İznik’ten kaçarak İsfendiyar iline gitti. İbn-i Arabşah,
İsfendiyar Beyi’nin yanındayken, 1416-7 yılında, kendisi ile yüz yüze
görüştüğünü ve ilmini derya gibi payansız bulduğunu, Hidaye isimli meşhur fıkh kitabına 1090 cevapsız sorusu bulunduğunu
yazmıştır. İsfendiyar Bey Şeyh’e Kırım’a gitmesini önerdi.
·
Şeyh onun verdiği gemi ile denize
açıldı ama Frenkler deniz yollarını tutmuştu. Kaptan onu Eflak kıyılarına
bıraktı. Bedreddin’in amacı yine Doğu’ya gitmekti. Ancak buna olanak
bulamayınca sılasına dönmeyi düşündü. Nur
ül-Kulub adlı tefsirini tamamlamıştı. Gidip onu Sultan Mehmed’e sunmaya
niyet etti. Padişahla buluşmak üzere Ağaçdenizi’ne gitti. Yolu Zağra illerine
düştü. Bu arada, kadıaskerliği zamanında kendisinden iyilik görmüş insanlar
ziyaretine gelip ona hediyeler sundular. Şeyh de onlara nasihatler etti ve
herkes yerli yerine dağıldı.
·
Ancak bu durum Sultan Mehmed
tarafından yanlış değerlendirildi. Padişah Bedreddin’i kendi üzerine gelecek
sanarak iki yüz kişi ile kapucıbaşıyı onu yakalamak üzere görevlendirdi. Bu
kişiler Bedreddin’i yakalayıp Serez’e götürerek bir eve kapattılar.
·
Padişah da Düzme Mustafa’yı
ortadan kaldırmak için Selanik’e gidecekken Bedreddin yüzünden Serez’e geldi.
Bu arada, Börklüce Mustafa, Torlak Hü Kemal ve Aygıloğlu ayaklanmaları
bastırılmıştı. Padişah, İran’dan gelmiş bir bilgin olan Munla Haydar’ı
Bedreddin’in muhakeme edilmesiyle görevlendirdi. Bu kişi, Bedreddin’in
faziletini anladı ve onun bırakılmasını diledi; fakat sözü geçmedi.
Bedreddin’in ölümünü isteyen özellikle Bayezid Paşa ve Padişah’a hocalık eden
Fahreddin idi. Şer’ile ölümüne yol bulamayınca örf ile fetva verdiler. Malı
haram, kanı helal dediler. Asmaya götürmek üzere altına at çektiler. Ata
binmedi; darağıcına kadar yürüyerek gitti. Asıldıktan sonra, o gün ve o gece
darağacında bırakıldı. Ertesi günü bir müridi kendisini darağacından alıp,
yıkayıp, Eski Cami’nin yanına defnetti.[3]
9. ŞEYH BEDREDDİN’İN İZNİK
SÜRGÜNÜ RUMELİ’YE KAÇIŞI VE YAKALANIŞI
Menakıbname’ye göre Şeyh Bedreddin’in yaşam
öyküsü işte böyle. Şimdi diğer kaynaklarda anlatılanlara bakmamız gerekiyor ama
Menakıbname’de eksik olan bir şey var. Börklüce Mustafa Ayaklanması’ndan hiç
söz edilmiyor. Bedreddin’in Kazaskerlik döneminde Börklüce Mustafa’nın
Bedreddin’in kethüdası olduğu belirtiliyor. Bir de “Bedreddin Zağra’da iken Börklüce
Mustafa, Torlak Hü Kemal ve Aygıloğlu ayaklanmaları bastırılmıştı” diye bir
bilgiye yer veriliyor. O kadar. Bu eksikliği gidermek için öncelikle Börklüce Mustafa
Ayaklanması hakkında elimizde ne bilgiler var ona bakalım. Sonra Şeyh Bedreddin
hakkında diğer kaynaklarda neler yazılı onlara dönelim.
10. BÖRKLÜCE MUSTAFA AYAKLANMASI
Börklüce Mustafa ayaklanması hakkında en
kapsamlı bilgi veren kaynak ise, Bizanslı tarihçi Dukas’ın yazmış olduğu ‘Bizans’ın Çöküşü ve Osmanlı Türkleri
Tarafından Yıkılışı’ isimli eserdir. Bu kitabında Dukas, Börklüce
Mustafa’nın faaliyetlerini, propagandasını ve ayaklanmasını detaylı olarak
anlattığı halde, Torlak Kemal’den ve Bedreddin’den hiç söz etmez.
Dukas’ın yazdıkları elimizdeki yegâne kaynak olduğu
için, o kitapta yazılı olanları size okumak istiyorum:
Karaburun’da
bir Türk köylüsü çıktı. Gönüllü yoksulluğu ve her malın toplum tarafından ortak
kullanılmasını öneriyordu. Alt tabakadan halkı kendi tarafına çekti.
Hıristiyanlarla dostluk kurmaya çalıştı. Sakız Adası hükümet ve din
görevlilerine adamlar göndererek dostluk kurdu. Sisam Adası’ndaki Turlot
manastırından bir keşiş, onun her gece suyun üstünden yürüyerek yanına geldiğini
ve görüştüklerini söylüyordu. Bu insanlar yekpare kumaştan bir elbiseden başka bir
şey giymiyorlar, baş açık dolaşıyorlardı. Saruhan Valisi Şişman bunların
üzerine gitti ve yenildi. Bunun üzerine Sultan Mehmed, Aydın Valisi Ali Bey’i
görevlendirdi ama Ali Bey’in bütün Aydın, Saruhan ve İonya bölgesinden
topladığı askerler de köylüler tarafından perişan edildi. Ali Bey Manisa’ya
kaçarak canını zor kurtardı. Bu haberi alan Sultan Mehmed on iki yaşında
bulunan oğlu Murad’ı, en güvendiği adamı olan Bayezid Paşa’nın eşliğinde,
Trakya ordusunun başında Mustafa’nın üzerine gönderdi. Bayezid Paşa,
Anadolu’dan da asker toplayarak bölgeye geldi. Yolu üzerinde bulunan kadın,
erkek, yaşlı, genç herkesi öldürerek dervişler tarafından berkitilmiş dağa
kadar geldiler. Çok kanlı bir savaş oldu. Murad’ın ordusundan da birçok kayıp
verildi. Sonunda Börklüce ve sağ kalan dervişleri teslim oldular ve Ayasuluğ’a
getirildiler. Börklüce’ye korkunç işkenceler yaptılar ama o, yanlış
inançlarından geri adım atmadı. Sonunda onu çarmıha gerip bir devenin üzerine
koyarak kentte dolaştırdılar. Müritlerini gözlerinin önünde birer birer
katlettiler. Dervişler ölüme giderken “dede sultan iriş” diyorlardı. Daha sonra
Giritli keşişle görüştüm. Mustafa’nın ölmediğini, Sisam’da münzevi hayat sürdüğünü
söylüyordu. Bayezid ve Murad Lydia içlerine doğru hareket ettiler ve
rastladıkları tüm münzevi Türk dervişlerini işkencelerle idam ettiler.[4]
Şimdi sadece olayları okudum. Bir de Börklüce
Mustafa’nın iştirakçiliği ve dinler arası bağdaştırmacılığı ile ilgili
paragraflar var. Onları da yeri geldiğinde ele alacağız.
11. BÖRKLÜCE MUSTAFA VE TORLAK
KEMAL HAREKETLERİNİN DEĞERLENDİRMESİ
·
Börklüce Mustafa kendi dünya
görüşü doğrultusunda bir düzen kurmuştu. Osmanlı’nın kendisini ve müritlerini
rahat bırakmasından başka bir şey istemiyordu. Devlet erkini ele geçirmek gibi
bir düşüncesi yoktu. Osmanlı Devleti’ni üzerine gönderdiği askeri gücü iki defa
yenilgiye uğratmış olmasına rağmen bulunduğu bölgeden dışarıya çıkma
girişiminde bulunmamıştır. İkinci savaşta Osmanlı askerine komuta eden Timurtaş
oğlu Ali Bey, yenilgiye uğrayınca, yolunun üzerindeki İzmir’e kaçmamış,
Manisa’ya kadar at sürmüştür. Herhalde elde ettiği zaferden sonra Börklüce
Mustafa’nın İzmir’i ele geçirmeye kalkışmasının çok doğal olacağını düşünmüştü.
Ama Börklüce Mustafa, bulunduğu bölgeden dışarı bir adım bile atmamıştır. Bu
yönüyle Börklüce Mustafa hareketi, bir isyandan çok bir direnişe benzemektedir.
·
Dolayısıyla, “kalkışma Şeyh
Bedreddin’in emriyle mi başladı?” sorusu da anlamsız kalmaktadır. Savaşı
başlatan Börklüce değil Osmanlı olduğuna göre, çatışmaların zamanlaması
konusunda karar verici olan da Osmanlı’dır. Börklüce Mustafa'nın Osmanlı’ya
karşı mücadelesi bir “özsavunma”dır denebilir.
·
Torlak Kemal’in hareketi ise bir
propaganda çalışmasıydı
·
Börklüce Mustafa ve Torlak
Kemal’in kalkışmalarının tipik birer köylü ayaklanmasıdır
·
Börklüce Mustafa’nın ve
takipçilerinin Karaburun’da birlikte üretip birlikte tüketmeye dayalı bir komün
yaşantısı kurduğunu Dukas’ın bize verdiği bilgilerden anlıyoruz. Bu konunun
ayrıntılarına daha ileride, Şeyh Bedreddin’in iştirakçiliği konusunu işlerken
değineceğim.
·
Börklüce Mustafa tarafından
yazılmış olduğu iddia edilen Tasvirü’l-Kulub isimli bir risale Mehmet Işıktaş
tarafından hazırlanıp kitap olarak yayınlanmıştır.[5]
Bu eser, eğer gerçekten Börklüce Mustafa tarafından yazılmış ise, onun,
Dukas’ın yazdığı gibi “sıradan bir köylü” olmadığının kabul etmek gerekir.
Tasvirü’l-Kulub, yazarının tasavvuf konusundaki görüşlerine yer veren bir
risale olup, Börklüce Mustafa’nın kurduğu düzen ile ilgili bir açıklama
içermemektedir.
17. AŞIK
PAŞAZADE’YE GÖRE BEDREDDİN’İN AĞAÇDENİZİ’NDE İKEN YAPTIĞI ÇAĞRI
Aşık Paşazade’nin yazdığına göre, Bedreddin,
Ağaçdenizindeyken şöyle bir çağrı yapmıştır: “Gelin, şimdiden gerü padişahlık benimdir, taht bana müsehhardır, sancak
isteyen gelsün, subaşılık isteyen gelsün, elhasıl her maksudı olan gelsün. Ben
şimdiden geri huruc etdim. Bu vilayette halife benim. Mustafa Aydın İli’nde
huruc etdi, ol dahı benüm hizmetkarumdır.”
Onun yaptığı öne sürülen çağrı, bir silahlı
ayaklanmanın yer almış olduğuna ilişkin açık bir kanıttır ama, Bedreddin
gerçekten böyle bir çağrı yapmış mıdır? Yukarıda
da belirttiğimiz gibi, Bedreddin’in böyle bir çağrı yapmış olduğunu Aşık
Paşazade yazmış, diğer Osmanlı tarihçileri de ondan alıntı yapmışlardır. Aşık
Paşazade’nin bu satırları neye dayanarak yazdığını ise bilememekteyiz.
“Kanı
helal malı haramdır” fetvası da tarihçiler tarafından farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Necdet Kurdakul’a göre: Kanı helaldir, çünkü padişaha karşı
çıkmıştır. İdam edilmesi gerekir. Malı haramdır, çünkü İslam dinine karşı suç
işlemiştir. Malına el konularak Beyt-ül mal’e katılması caiz değildir.[6]
Yukarıda belirttiğimiz gibi Hafız Halil, yapılan yargılama sonucunda, Şeyh
Bedreddin’in İslam dinine karşı bir suç işlememiş olduğunun anlaşıldığını iddia
eder. İdris-i Bitlisi ise, Sultan’ın, Bedreddin’in malını çocuklarına
bağışladığını söyler.
Tarihçilerin üzerinde fikir birliğine
varamadığı en önemli konulardan biri de Şeyh Bedreddin’in Rumeli’de gerçekten
silahlı bir ayaklanma başlatmış olup olmadığıdır. Bedreddin’in etrafına
toplandığı idda edilen kişiler ile Osmanlı askerleri arasında bir silahlı
mücadele yer aldığını söyleyen tarihçiler İdris-i Bitlisi ve İbn-i Arabşah’tır.
Diğerleri, bir silahlı mücadeleden söz etmez.
19. SORULAR
Artık ilk iki sorumuza bir cevap vermenin
zamanı geldi. Gördüğünüz gibi, “isyan etmiştir” diyen de var, “hayır
etmemiştir” diyen de var.
Ahmet Yaşar Ocak, Şeyh Bedreddin’in aslında
isyan etmediği, iftiraya uğradığı iddiasının tarihsel bir değeri olmadığını
söyleyerek bu konuda kesin görüş belirtir.[7]
Necdet Kurdakul ise, Bedreddin’in silaha başvurmayacak bir devrimci olduğu,
kurmak istediği hukuk ve adalet düzenini Sultan’a anlatmak için yanına gitmek
isterken, kötü niyetli kişiler tarafından gammazlanıp mahkûm edildiği
kanısındadır.[8]
Peki, sen fikrini söyle derseniz, ben isyan
etmiş olduğu yönünde oyumu kullanırım. Öykünün İznik’ten kaçıştan sonraki
bölümünde Hafız Halil’in açıklamaları bana pek inandırıcı gelmiyor. Bu yüzden,
eğer siz de uygun görürseniz, Şeyhin gerçekten isyan etmiş olduğunu kabul
edelim ve yolumuza öyle devam edelim.
20. SORULAR
İkinci soru için ben fikrimi söyledim. Şeyh
Bedreddin ile Börklüce Mustafa’nın ilişkisi hakkında şüphe yok. Hafız Halil
bile bunu inkâr edemiyor. Ama bana sanki Börklüce Mustafa kendi kararlarını
kendi veriyormuş gibi geliyor. Aralarında gerçekten bir emir komuta ilişkisi
varsa bile, bunu kanıtlayacak somut bir delil elimizde yoktur.
21.
ŞEYH BEDREDDİN’İN DÜŞÜNCE YAPISI
Şimdi Şeyh nasıl bir düşünce yapısına sahipti,
onu incelemeye çalışalım.
Şeyh Bedreddin her şeyden önce bir fıkıh
alimi. Bu kariyeri günümüze uyarlamaya çalışırsak hukuk bilgini diyebiliriz.
Menakıbname’ye göre 48 yapıtı var. Başka kaynaklar yapıtlarının sayısını 38
olarak veriyor. Bunların sadece bir kısmı günümüze ulaşmış. Varidat adlı eseri
dışında hepsi fıkıh konusu ile ilgili. Yani hukuk kitapları veya makaleleri
diyebiliriz. Bunlar sıradan kitaplar değil. Vecihi Timuroğlu onun Camü’ul
Fusüleyn adlı kitabını ve bu yapıtın açıklaması olan Teshil adlı yapıtlarını
evrensel hukukun öncüleri diye nitelendiriyor. Ama bunlar, terim yerindeyse,
teknik konularda yazılmış eserler. Şeyhin düşünce yapısı ve hayat görüşü ile
ilgili ipuçları taşımıyor.
·
Onun düşünce yapısı hakkında fikir
edinebileceğimiz tek eseri Varidat. Varidat’ın kelime anlamı içe doğuşlar demek.
·
Bu eser Bedreddin’in kendisi
tarafından yazılmış değil. Onun konuşmalarının, sohbetlerinin öğrencileri
tarafından yapılmış bir derlemesi olduğu düşünülüyor. Bedreddin’in bazı
kavramlar hakkındaki görüşlerini içeriyor.
Varidat’ta neler var:
·
Tasavvufi felsefe var. Evrende
yaratan ve yaratılan yoktur. Evren tanrının kendisidir diye özetleyebileceğimiz
vahdet-i vücut görüşü var.
·
Ölümden sonra diriliş,
cennet-cehennem, melek-şeytan kavramları reddediliyor.
·
Varidat okuyucusu, “Ruhun tanrı
tarafından üflendiği yalandır. Vucutta ruh, kendi bileşiminden dolayı vardır.
Organların, kasların, eklemlerin devinimlerini ve eylemlerini yöneten güçtür
ruh.” Diyen Bedreddin’in materyalist olduğunu düşünmeye başlamışken, “ruh
maddeden önce gelir” deyiveriyor. Demek oluyor ki, Varidat’tan bir paragraf
okuyup ona göre Bedreddin hakkında bir yargıya varmak doğru olmaz. Birbiriyle
çelişen, ifadeler vardır. Şunu söylemek mümkün: Sünni İslam’ın tek
tanrıcılığının yerine tüm tanrıcılık (Panteizm) vardır ama materyalist olduğu
söylenemez. Bedreddin, çağının İslam dünyasında, bilimsel kafaya erişmiştir.
Ama buna karşın kendini mana evreninden kurtaramamıştır.
23.
ŞEYH BEDREDDİN’İN DÜŞÜNCE YAPISI-2
Şeyh Bedreddin çok yönlü bir kişiliktir. Ahmet
Yaşar Ocak’a göre Şeyh Bedreddin’in dört cephesi vardır:[9]
·
Alim Bedreddin: Sünni İslam’ın Hanefilik yorumuna bağlı olmakla beraber, daha akılcı
ve daha serbest düşünüp içtihad yapabilen bir bilgindir. Onun hukuk görüşü,
özgürlük, bağımsız yargı ve adalet ilkeleri üzerine oturmaktadır. Teshil isimli
eserinin önsözünde salt kendilerinden önce gelmiş yargıçların kararlarına ve
yargılarına bağlı kalan yargıçları, tutsak yargıçlar olarak tanımlar. “Başkalarının içtiadı ile yargıya varmak
haramdır” der. Ve şunları söyler: Bir
yargıcın kararı, Ebu Hanife’nin ve İmameyn’in kararına karşıt olursa, o karar
geçerli olur. Yeni bir yorumcuya dayandığı için bu böyle olmalıdır.[10] Bu,
o günkü Osmanlı hukuku için çok önemli bir çıkıştır. Yargı bağımsızlığının ilk
adımı olarak düşünülebilir.
·
Materyalist Feylesof Bedreddin: İslam’ın bazı temel inanç esaslarını, bu arada Ahiret ve ona bağlı
kavramları tam anlamıyla akılcı, hatta bir ölçüde maddeci bir görüşle
yorumlayan Bedreddin. Varidat’taki bir takım fikir ve görüşleri onun bu yönüne
örnek oluşturuyor.
·
Sufi Bedreddin: Sık sık cezbeye giren, gayba (hislerle veya akıl yoluyla bilinemeyen)
ait bir takım durumlardan haberdar olduğuna, hiçbir aracı olmadan Allah’ın
doğrudan hitabını işittiğine, ölü hayvanları diriltebildiğine inanan Bedreddin.
Varidat’ta onun bu yönüne ilişkin örnekler görebiliyoruz.
·
İhtilalci Bedreddin: Bozuk düzeni ve toplumsal rahatsızlıkları düzeltmek üzere siyasal
iktidara talip olan Bedreddin.
Ahmet Yaşar Ocak, yukarıdaki değerlendirmeyi
yaptıktan sonra, Bedreddin’in bu dört cepheli kişiliğinin, temelde biri
“materyalist, akılcı”, diğeri “spritüalist, mistik”, iki zıt yönü birlikte
barındırdığını belirtir.[11]
24.
ŞEYH BEDREDDİN’İN DÜŞÜNCE YAPISI-3
Materyalist ve akılcı: Hukuk alanında devrim yaratan,
yazdığı kitaplar yüz elli yıl referans olarak kullanılmış bir bilim insanı
Spirütüalist ve mistik: Sık sık cezbeye giren, gayba ait birtakım
durumlardan haberdar olduğuna, hiçbir aracı olmadan Allah’ın doğrudan hitabını
işittiğine, ölü hayvanları diriltebildiğine inanan bir sufi
25. ŞEYH BEDREDDİN NİÇİN
İSYAN ETTİ-1
Ölümünden sonra Şeyh’i sevenler
‘Bedreddinciler’ diye bir grup oluşturmuşlardır. Bu grubun Bedreddin’i
beklediği söylenir. Tüm dinlerde sınıfsız bir toplumu oluşturacak birinin geleceği
beklenir. Hıristiyanlar Mesih’i bekliyorlar. İbranilerden geçme bir inanç.
Budistler Buda’nın geleceğine ve bütün kötülüklere son vereceğine inanıyorlar.
İslam dünyasında da Şiiler, Mehdi’nin bir gün geleceğini, kurtla kuzunun bir
arada yaşayacağı bir düzen kuracağını söylerler. Kurtla kuzunun bir arada
yaşayacağı bir düzen, sınıf ayrımının olmadığı bir düzendir.
Ahmet Yaşar Ocak, Bedreddin’in ihtilalciliğini
münhasıran onun kendisini mehdi olarak kabul etmesine bağlar. Abdülbaki
Gölpınarlı da aynı görüştedir. Gölpınarlı’ya göre, Varidat’ta yer alan
aşağıdaki ifade, Bedreddin’in kendisini mehdi olarak gördüğünün bir ifadesidir:
Taha suresinde, “dağları sorarlarsa sana, de ki: Rabbim
onları un ufak eder, kum gibi savurur da yeryüzünde bir iniş de göremezsin, bir
tümsek de” denmiştir. Son zamanlarda zatın zuhuruna, tevhidin yayılacağına, tek
zatın buyruk yürüteceğine, sıfatlar saltanatının kalkacağına, zamanın sahibinin
tümden tevhide mazhar olacağına, halkı da bu tevhide çağıracağına, bir inişi ve
bir tümseği bulunmayan, dümdüz olan sırrına davet edeceğine, (...) işarettir.
26.
ŞEYH BEDREDDİN NİÇİN İSYAN ETTİ? - 2
Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre, Şeyh Bedreddin
ile yakından tanışan Abdurrahman bin Ali el-Bistami isindeki bir kişinin ‘Sahattu’l-Bum fi Havadisi’r-Rum’
(Anadolu Olaylarına Dair Baykuş Çığlığı) isimli risalesini Bedreddin’e okutmuş
ve eserde sözü geçen mehdinin Şeyh’in kendisi olduğuna onu inandırmıştır. Timur
istilasının meydana getirdiği siyasal ve sosyal çöküş ortamında Şeyh Bedreddin,
kendisinin mehdi olduğuna kanaat getirmiş ve onun için isyan etmiştir. Saltanat
rejimi karşıtlığı, o dönem için akla gelebilecek bir düşünce değildir. Farklı
dinlere ve etnik kesimlere mensup insanları bir araya getirebilen, ileri
sürüldüğüne göre de eşitlikçi, iştirakçi hakça bir düzen, yani bir ‘dünya
cenneti’ vaad eden bir hareket, tipik bir mehdici harekettir.
27.
ŞEYH BEDREDDİN NİÇİN İSYAN ETTİ? - 3
Şeyh Bedreddin’in kendini mehdi olarak
gördüğünü iddia edenlerin ileri sürdüğü kanıtlar bunlar. İnanıp inanmamak size
kalmış. Peki mehdi olduğuna inandığı için isyan ettiğine ikna olmadıysak ne
diyebiliriz. Tabii ki dünyevi sebeplerle isyan etmiştir diyebiliriz. Bu
mantıklı mı? Bence mantıklı. Ortam bir isyan hareketi için uygun bir ortam.
Kargaşa ortamı var, iktidar boşluğu var, hoşnutsuz kitleler var. Şeyh Bedreddin
de liderliğe yakışan bir kişilik. Soyluluk desen Çelebi Mehmed’ten daha soylu.
Yönetim kademelerinin sultandan sonraki en üst basamağında bulunmuş biri.
Kitleleri etkileyebilen biri. İdealleri olan biri.
28.
SORULAR
Ben dördüncü soruya kesin bir yanıt veremedim.
Aslında kendini mehdi olarak veya dünyevi bir
lider olarak görüyor olması bence sonuç açısından bir şey değiştirmiyor. Bu
mehdilik iddiası birçok yazar tarafından işlendiği için gündeme getirmek
ihtiyacını hissettim. Bence Şeyh Bedreddin kendini mehdi olarak görüyor olsa
bile, Akılcı yönüne vurgu yaptığımız bu kişilik, herhalde isyan başarılı olup
da tahta oturduğunda olacakları Allah’a bırakmayı düşünmüyordu. İktidarı ele
geçirmesi durumunda nasıl bir düzen kuracağına ilişkin bir plan ve programı olmadığı
anlamına gelmez. O zaman bu soruyu atlayıp gelelim son sorumuza:
Şeyh Bedreddin nasıl bir düzen kurmak istiyordu?
Şeyh Bedreddin ile birlikte anılan iki ideal
var. İştirakçilik ve senkretizm.
Öncelikle bu idealleri Şeyh Bedrettin ile
ilişkilendirmenin ne kadar doğru olduğuna bakalım.
29. ŞEYH
BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK İSTİYORDU?
İŞTİRAKÇİLİK
Börklüce Mustafa’nın kolektivist söylemi
hakkındaki bilgimiz Dukas’ın aşağıdaki sözlerine dayanmaktadır:
O zamanlarda İon Körfezi civarında bulunan ve halk
dilinde Stilaryon (Karaburun) denilen dağlık bir ülkede sıradan bir Türk
köylüsü ortaya çıktı. Stilaryon, Sakız Adası’nın karşısında yer alır. Sözü
edilen köylü Türklere söylevler veriyor, öğütlerde bulunuyor, ve kadınlar ayrı
olmak üzere, erzak, giyecek, hayvan ve tarla gibi şeylerin tümünün toplumun
ortak malı kabul edilmesini öğütlüyordu. Diyordu ki: Ben senin malını
kullanabildiğim gibi sen de benim malımı aynı şekilde kullanabilirsin.
Bedreddin’in ideolojik sistemi konusunda
toparlanabilen unsurları analiz ederken, ona mal edilen ‘kolektivist’
(iştirakçi) düşüncelerin yalnızca Börklüce’ye atfen dile getirildiğini, bunun
da yalnızca Dukas’ın metninde yer aldığını gözden uzak bulundurmamak gerekir. İşte
bu noktada cevap aramamız gereken soru, Börklüce Mustafa’nın iştirakçi
düşüncelerinin Şeyh Bedreddin ile bir bağlantısının olup olmadığıdır.
Şeyh Bedreddin’in kendi eserinde iştirakçilik
ile ilgili bir şey var mı?
Vardat’ta ise, iştirakçilik ile
ilişkilendirilebilecek şu satırları görüyoruz:
İnsanların bir kısmı bir kısmına tapıyor; kimisi de altın
ve gümüş paralara, yenecek, içilecek şeylere, yücelikleriyle övülecek şeylere
ibadet ediyorlar ve Allah’a ibadet ediyoruz sanıyorlar. İnsanlar cahiliye
devrinde görünen putlara taparlardı. Şimdiki zamanda da vehmettikleri putlara
tapıyorlar, umarım ki Allah gerçeği meydana çıkarır da gerçek olarak Allah’a
taparlar.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “iştirakçilik
davasını ilgilendirecek bir fikrin onun kitaplarında hiçbir izi yoktur” der.
Bezmi Nüsret Kaygusuz, onun, malların zorla
bölüştürülmesi değil, tasavvufun özünde olan azla yetinme yoluyla eşitliğin
sağlanması fikrinde olabileceğini söyler.
Şerafeddin Yaltkaya ise, iştirakçilik fikrinin
onun eserlerinde doğrudan yer almadığını ancak Varidat’tan böyle bir görüşün
çıkarılabileceğini belirtir.
Çetin Yetkin de yukarıdaki satırları referans
göstererek Şeyh Bedreddin’in insanın insana tapmasına ve zalimlerin zulmüne
karşı çıktığını belirtir.
Ancak bu öğretinin tam bir kolektif üretim ve
paylaşım öneren bir öğreti olduğunu söylemek zordur. Daha ötesinin Börklüce
Mustafa’nın yorumu olduğunu kabul etmek zorundayız.
Franz Babinger, yaşadığımız zamandan geriye
bakarak, 1416 yılında yaşanmış ayaklanmaya komünist öğeler yüklemek zorlama bir
yaklaşım gibi dursa da Batıni kökenli dinsel ve siyasal hareketlerde komünist
öğeleri görmenin mümkün olduğunu söyler. Babinger’e göre, bu öğeleri özellikle
Karmatiler’de görmek mümkündür.
İbn-i Arabşah, Mısır dönüşü, Şeyh’in çevresine
fukaha ve fukarayı topladığını yazıyor. Sufi tabiatlı olduğunu da ekliyor.
Demek ki Şeyh, yoksuldan yana bir tutum içindedir. İbn-i Arabşah, Bedreddin ile
çağdaştır. Kendisiyle görüşmüştür. Dolayısıyla verdiği bilgilerin önemi
büyüktür.
Vecihi Timuroğlu, Şeyh Bedreddin’in
iştirakçilik düşüncesinde olduğunu en güçlü şekilde savunan yazarlardandır. Bu
konuda şunları söyler: ”Feodal toplumda halkı yanına almanın en belirgin yolu,
toprağın sultana özgü olan özel mülkiyetini ortadan kaldıracağını bildirmektir”.
Yani, “Şeyh Bedreddin sultana isyan ettiğine göre özel mülkiyetin
kaldırılmasını savunuyor olsa gerek” diyor. Ama Şeyhin bunu gerçekten
savunduğuna ilişkin bir somut kanıt o da gösteremiyor.
Sonuç olarak, Bedreddin’in öğrencilerine daha
adaletli bir düzenden söz ettiği bir gerçektir. Ama onun tam anlamıyla bir
kollektif üretim ve tüketim öneren bir söylem içinde olduğunu söylemek mümkün
değildir.
34. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK
İSTİYORDU?
SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)
SENKRETİZM: Farklı
inançlarda temelde yatan bir birliği öne sürerek farklı inançlara karşı daha
kapsayıcı bir duruşu savunan hareket
Bazı yazarlar diyorlar ki Şeyh Bedreddin,
İslamiyet ile Ortodoks Hıristiyanlığı birleştirip tek din haline getirmeyi
amaçlıyordu. Bu başlık altında Şeyh’in gerçekten böyle bir düşüncesi var mıydı?
Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Sorularına cevap arayacağız. Ama
başlamadan önce bir an bunun gerçek olduğunu düşünmenizi istiyorum. O tarihte
milliyet diye bir ayrım yok. İnsanlar arasındaki tek ayrım din. Din aynı olursa
Balkanlar ve Anadolu tek millet olacak. Bir ihtimal diğer Avrupa ülkeleri ile
de fazla bir çelişkimiz kalmayacak. Tarihin akışı nasıl değişirdi düşünebiliyor
musunuz?
Neyse biz yine hayal kurmayı bırakıp gerçek
dünyaya dönelim. Her ne kadar Osmanlıların farklı dinlere karşı ‘hoşgörü’sünü
bazı tarihçilerimiz bir övünme sebebi olarak ortaya koysalar da Osmanlı’nın
yaklaşımıyla yönetilen bir devlette toplumsal barışın sağlanamayacağı açıktır.
Bugünkü anlayışla konuya baktığımızda, değişik inanç gruplarından insanların
bir arada huzur içinde yaşayabilmesinin tek koşulunun laiklik olduğunu
biliyoruz. Ancak Orta Çağ’da din üzerine temellendirilmemiş bir devletten
değil, bir siyasi düşünceden bile söz etmek mümkün değildi.
Şeyh Bedreddin konusunda inceleme yapmış olan
birçok yazar onun dinler-arası bir bağdaştırmacılığı hedeflediği sonucuna
varmıştır. Burada tartışmak istediğim konu, Şeyh Bedreddin’in kafasındaki
bağdaştırmacılığın hangi boyutta olduğudur.
·
Doğu Alman tarihçi Ernst Werner’in
ileri sürdüğü gibi, iki dini en geniş temel üzerinde eşitlemeyi mi
düşünmektedir, yoksa Osmanlı tarzı ‘hoşgörü’nün biraz daha yumuşatılmış şekli
midir amaçladığı? Bu konuda eldeki kaynaklar ne diyor? Bakalım.
·
Şeyh Bedreddin üzerinde önemli
etkisi olduğu bilinen İbn-i Arabi, bağdaştırmacılık konusunda ilerici görüşlere
sahiptir.
35. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK
İSTİYORDU? SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)-2
Aslında burada en önemli soru,
bağdaştırmacılık diye bir şeyin mümkün olup olmadığı sorusudur. Halka din
konusunda bir şeyler dayatmanın pek mümkün olmadığını tarihteki birçok örnek
bize göstermiştir. Ama sanki bu koşullarda bu işin altyapısı uygun gibi
görünüyor.
·
Anadolu’da ve Rumeli’de yaşayan halkların
arasında dini ayrımcılığa dayanan önemli sürtüşmeler yaşandığına pek şahit
olmuyoruz.
·
Zaten her iki cemaat de, esas
dinlerini Ortodoks yorumundan uzaklaşarak birbirlerine yakınlaşmış durumdalar.
Bu yönden bakıldığında, bağdaştırmacılığın alt yapısının hazır olduğunu
söyleyebiliriz.
·
Osmanlı’nın Balkanlar’ı fethi
sırasında sufi dervişlerin Hıristiyan halk arasında yaptığı propaganda da büyük
ölçüde bağdaştırmacı özellikler taşıyordu.
·
P. Wittek şöyle bir örnek verir:
“Daha Bayezid zamanında Bursalı bir vaiz kürsüde İsa’nın Muhammed’den hiç bir
zaman daha küçük bir peygamber olmadığını ilana cesaret etmişti. Müminlerin bu
sözler karşısında gösterdikleri iyi kabul, ruhların Hristiyanlıkla
Müslümanlığın, esasta ancak bir ve aynı din olduğunu vaaz eden bir mezhep için
ne kadar hazırlıklı olduğunu gösterir”.
36. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK
İSTİYORDU? SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)-3
·
Dinlerin birbiriyle kaynaşmasını
Şeyh Bedreddin’in özel yaşantısında da gözlemlemekteyiz. Annesi, karısı ve
gelini Hıristiyan kökenlidir.
·
Şeyh’in Sakız Adası’na yaptığı
ziyaretin Menakıbname’de anlatılan hikayesine bakarsak, orada da bağdaştırmacılık
ile ilgili örnekler görmekteyiz.
Hem Börklüce’ye hem de Şeyh Bedreddin’e bazı
İsa peygamber benzeri özellikler yüklenmiş olması da ilginçtir.
·
Bedreddin Sakız adasına giderken
gemisi yolda fırtınaya tutulur ve Bedreddin dua ederek fırtınayı durdurur. İdam
sehpasına gitmesi için altına at verirler. Ata binmeyi kabul etmez. İdam
sehpasına yürüyerek gider.
·
Dukas’ın yazdıklarını
hatırlarsanız, Sisamlı keşiş, Börklüce Mustafa’nın suyu yürüyerek geçtiğini söylemiştir.
Daha sonra da çarmıha gerilerek öldürülmüştür. İhtimal ki Mustafa’ya Hıristiyan
dostluğunun cezasını çekmek zorunda olduğunu göstermek için çarmıha germe
cezası uygulanmıştır.
37. ŞEYH BEDREDDİN NASIL BİR DÜZEN KURMAK
İSTİYORDU? SENKRETİZM (BAĞDAŞTIRMACILIK)-4
Dukas’ın Börklüce Mustafa hakkında yazdıklarında
da güçlü bir senkretizm kendini göstermektedir:
Köylü (Börklüce Mustafa), cahil halkı bu çeşit sözleriyle
kendi tarafına çektikten sonra Hıristiyanlar ile dostluk kurulmasına çalıştı.
Köylünün ifadesine göre Hıristiyanların Allah’a inanmış olduğunu inkâr eden her
Türk, bizzat kendi dinsiz idi. Köylünün bütün fikir arkadaşları rastladıkları
Hıristiyanlara dostça davranıyorlar ve onlara Cenab-ı Hak tarafından
gönderilmiş gibi saygı gösteriyorlardı. Her gün Sakız Adası hükümeti ile dini
görevlilere adamlar göndererek Hıristiyanlar ile uyuşmayan kimselerin
kesinlikle aydınlanmış ve yüksek düzeye erişmiş kişiler olamayacağı hakkındaki
düşüncesini onlara bildiriyordu.
Ama nasıl Börklüce Mustafa’nın iştirakçilik
konusundaki görüşlerini ve uygulamalarını sorgulamadan Şeyh Bedreddin’e mal
etmediysek, bağdaştırmacılık konusundaki görüşleri için de aynı yolu
izleyeceğiz.
·
Franz Babinger, Georg Jacob’un
çalışmasına atıfta bulunarak, Börklüce Mustafa’nın öne çıkardığı bu İslamiyet
ile Hıristiyanlık arasındaki ortak değer algısının sufilik ve Hurufi inancında
görülebileceğini söyler.
·
Doğaldır ki, dinler arası
bağdaştırmacılık fikrini bu derece özümsemiş bir kişinin, cihad düşüncesini ön
plana çıkaran Musa Çelebi emrinde çalışmış olması bir çelişkidir. Ernst Werner,
N. Filipovic’e dayanarak, Bedreddin, Musa’dan bütünüyle farklı olarak, gazi
düşüncesini terk ederek, cihad fikirlerinden vazgeçtiğini söylemektedir.
·
P. Wittek, Bedreddin’in hayalinin,
“bütün mezhep farklılıklarının silindiği, tasavvufi bir tanrı aşkıyla erişilen
bir çeşit insaniyetçi komünizm” olduğunu söyler diye ilave eder.
·
M. Tayyib Gökbilgin’e göre de
“Şeyh Bedreddin Mahmud, Dobruca’da ve Muhtelif Rumeli bölgelerinde bulunduğu
sıralarda muhtelif mezhepler ve etnik unsurlar arasındaki dini ve sosyal
uçurumları görmüş, her şeyden evvel, hakim unsurun mensup olduğu İslam dini ile
Şark Hıristiyan kilisesi arasında, diğer hetorodoks mezhepleri de içine alarak,
bir yakınlaşmanın ve anlaşmanın zeminini hazırlamak istemiş, bu işin hayati
lüzumuna inanmıştı”.
·
M. Şerafeddin Yaltkaya da Şeyh
Bedreddin’in kurmak istediği düzende bağdaştırmacılığın ön planda olduğuna
inananlar arasındadır. Onun, Osmanlı diyarında yerleşik halklar arasındaki din
farkını kaldıracağını, Müslüman olmayan ahalinin de yönetime eşit olarak
katılacağını söyler.
·
Mustafa Akdağ’ın ise, Bedreddin’in
senkretizmi konusundaki görüşü olumlu değildir:
Hıristiyanlar,
Şeyh’e yakınlık duymuşsa bunun sebebi onun görüşlerini benimsemeleri değil,
kendilerini esir olarak gördükleri için egemen taraftan gelen bir yakınlaşmayı
olumlu karşılamalarıdır.
SON SÖZ
•
Kendini mehdi olarak gördüğünü öne
sürenler vardır
•
Yoksuldan yana tutum içinde
olduğu, adalet kavramına önem verdiği kesin olmakla birlikte, Börklüce
Mustafa’nın propagandasını yaptığı iştirakçi düzenin Şeyh Bedreddin’in öğretisi
olduğunu öne sürecek veriler elimizde yoktur.
•
Kalkışması başarıya ulaşsaydı
teokratik monarşi dışında başka bir düzen kurması mümkün değildi. Ancak,
kapıkullarına karşı Türk soylularını ön plana çıkaracağını, köylüyü
dere beylerinin eline bırakmak yerine adil bir tımar sistemini kuracağını
düşünebiliriz.
•
Şeyh Bedreddin’in yapabileceği en
büyük devrim, dinler arası bağdaştırmacılık alanında olabilirdi
Ernst Werner’in deyişiyle, “eğer Şeyh
Bedreddin kazanmış olsaydı, Balkan halkları ve Türk halkı, daha sonraki
yıllarda çekmiş oldukları acıları çekmeyeceklerdi.”
[1] İslam Ansiklopedisi, Bedreddin Simavi Maddesi, s.332
[2] Abdülbaki Gölpınarlı-İsmet Sungurbey, Simavna Kadısıoğlu Şeyh
Bedreddin ve Manakıbı, İstanbul, 2008, s.205-212
[3] Abdülbaki Gölpınarlı-İsmet Sungurbey, Simavna Kadısıoğlu Şeyh
Bedreddin ve Manakıbı, İstanbul, 2008, s.212-216
[4] Dukas, Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks, An Annotated
Translation of "Historia Tarco—Byzantina” by Harry I Magoalias, Wayne
State University, s.119-121
[5] Börklüce Mustafa ve Tasvirrü-l Kulub (Kaplerin Tasviri), Hazırlayan
Mehmet Işıktaş, Ankara, 2015
[6] Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, İstanbul, 1977, s.237-238
[7] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler XV-XVII
Yüzyıllar, İstanbul, 2014, s.187
[8] Necdet Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, İstanbul, 1977, s.235
[9] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler XV-XVII
Yüzyıllar, İstanbul, 2014, s.232
[10] Vecihi Timuroğlu, Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve Varidat,
İstanbul, 2013, s.52
[11] Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler XV-XVII
Yüzyıllar, İstanbul, 2014, s.232-233