31 Mayıs 2014 Cumartesi

Aristonikus İsyanı



ARİSTONİKUS VE GÜNEŞ ŞEHRİ
M.Ö. II. yüzyılda Ege Bölgesi’nde, bilim insanları tarafından ‘Marksizmin ilk atağı’[1] olarak nitelendirilen bir rejim parlayıp söndü. Olay, Bergama Krallığı’nın son hükümdarı III. Attalos’un, dünya tarihinde pek duyulmamış bir şekilde, krallığını Roma’ya miras bırakarak ölmesi üzerine başladı. Dünya tarihinin ilk halk ayaklanması olarak adlandırılabilecek bu ilginç olayın ve yarattığı sonuçların üzerinde durulmayı hakettiğini düşünüyorum. 
M.Ö. III. Yüzyılın ortalarında, Bugünkü Erdek ile Mersin’i birleştiren çizginin batısında kalan bölge, Bergama Krallığının eline geçti. Bu bölge içinde olan orta ve güney Ege  sahili (İonya, Karya, Likya) Krallığın yönetiminde değildi. Bu yörelerde bağımsız Hellen şehir devletleri hüküm sürmekteydi. Bu duruma nasıl gelindiğinden kısaca söz etmek gerekirse, bildiğiniz gibi, Büyük İskender, M.Ö. 334 yılındaki Granikos Savaşı’ndan sonra Persleri Anadolu’dan kovdu. İskender'in ölümünden sonra fethetmiş olduğu topraklar emrindeki generaller arasında paylaşıldı. Bu paylaşmada Bergama, Trakya hükümdarı Lysimachos'un payına düştü. Lysimachos, Korypedion Savaşı'nda I. Selevkos Nikator tarafından öldürüldü. Lysimachos’un adamlarından Paflagonyalı Filetairos, efendisinin burada bıraktığı serveti ele geçirerek Bergama’ya hakim oldu ve bağımsızlığını ilan etti. Filetairos ölmeden önce devletin yönetimini evlatlığı ve yeğeni olan I. Eumenes'e bıraktı. I.Eumenes’in ardılı ve kuzeni I. Attalos'la birlikte özellikle Galatlar’a[2] karşı kazınılan zaferle Bergama, gücünü tüm Anadolu'ya kabul ettirdi. Bu dönemden sonra Bergama yöneticileri artık kendilerini Kral olarak adladırmaya başladı. Bu yüzden I. Attalos’un tahta çıktığı M.Ö. 241 yılı, Bergama krallığının kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Kral I. Attalos'un oğulları II. Eumenes ve ardından II. Attalos zamanında Bergama gücünün ve sınırlarının zirvesine ulaştı. Görkemli Zeus Sunağı bu dönemde inşa edildi, ünlü Bergama Kütüphanesi bu zamanda 200.000 ciltlik kapasiteye ulaştı, heykelcilik, tıp ve eczacılıkla ünlendi.
Amcası II. Attalos'tan sonra başa geçen III. Attalos’un ölümü ve krallığını Roma’ya bıraktığını ilan eden bir vasiyetname bırakmasıyla da bugünkü konumuz olan olaylar başlamış oldu. Ancak, esas konuya girmeden önce isterseniz olayların diğer önemli aktörü olan Roma’nın o yıllardaki durumuna kısaca göz atalım.
M.Ö. 149-146 yıllarında Kartaca ile yaptığı son savaştan da zeferle çıkan Roma, dış tehditlerden kurtulmuş fakat buna karşılık bazı iç sorunların ağırlığını hissetmeye başlamıştı. Roma ordusunun belkemiğini oluşturan küçük toprak sahibi köylüler, uzun süren savaşlarda büyük zayiat vermişti, çiftliklerine geri dönenler de uzun zamandır ihmal edilmiş olan topraklarını tekrar verimli hale getirmekte zorluklar yaşamaktaydı. Devlettten bu konuda destek gelmeyince küçük toprak sahipleri yok pahasına topraklarını büyük çiftçilere satmak zorunda kaldı. Topraklarını genişleten büyük çiftçiler, topraksız kalan köylüleri istihdam etmek yerine tarımda köle emeğinden yararlanma yoluna gidince çaresiz köylüler şehirlere akın etmeye başladı. Zenginler önce bu durumu pek dikkate almadı ama, bu işsiz yığınlar gün geçtikçe Roma’da huzuru ve güvenliği tehdit eder hale gelince, ister istemez birşeyler yapma ihtiyacını hissettiler.
              
Tiberius Sempronius Gracchus (M.Ö.163-133) soylu ve nüfuzlu bir ailenin çocuğuydu. Köylülerin içine düştüğü bu kötü durumdan rahatsız olmaktaydı. Ayrıca, küçük çiftçilerin yok olmasıyla birlikte Roma ordusunun uğrayacağı zaafiyetin de farkındaydı. M.Ö. 133 yılında halk (pleb) sınıfının temsilcisi olarak konsül seçildi.  Roma, M.Ö. 508-27 yılları arasında oligarşik bir cumhuriyet ile yönetilmişti. Arazi sahibi aristokrasisi (patriciler) ve halktan yurttaşlar (plebler) olmak üzere iki sınıf vardı. Her yıl, bu iki sınıf birer konsül seçer ve bu konsüller hükümeti yönetirdi. Konsüllere öğüt veren bir de senato vardı. İşte bu sistem içerisinde pleplerin temsilcisi olarak konsül seçilen Gracchus, bir toprak reformu kanunu çıkarmak için çalışmalara başladı. Hazırladığı kanun teklifi devlet arazilerinin topraksız köylüye dağıtılmasını içeriyordu. Kanun kabul edildi ama Gracchus bu arada hayli düşman kazanmış oldu. Senato, kanunun uygulanması için gerekli bütçeyi çok kısıtlı tuttu. Tam bu aşamada Asya’da bir kralın hazinelerini Roma’ya miras bıraktığını duyan Graccus, hazırladığı toprak reformu için bir finansman kaynağı bulduğu düşüncesiyle, halk adına hazineyi kabul ettiğini ilan etti. Ancak konsülün mirası kabul ediş şekli senatoyu rahatsız etmişti. Dış ilişkiler senatonun tekelinde olduğundan Gracchus’un davranışını yetki gaspı olarak değerlendirdiler. Dönem sonunda Gracchus’un kosüllüğüne son vermek için kulis faaliyetine başladılar. Gracchus’un, bu girişime meydan okuyarak  seçimlerin tekrarlanmasını istemesi üzerine rakipleri paniğe kapıldı. Gracchus’u bir halk isyanı düzenleyip krallığını ilan etmeye çalışmakla itham eden senatörler bir toplantı sırasında konsülü linç edip cesedini Tiber nehrine attılar.
Tiberius Gracchus, kendi ismiyle anılan Gracchan Reformları’nı planlar ve uygulamaya çalışırken kendisine danışmanlık yapan önemli bir şahsiyet Gaius Blossius idi. İtalya’daki Campania bölgesinin Cumae şehrinden olan Blossius stoacı filozof Tarsuslu Antipater’in öğrencisidir. Yunan belagat hocası Diophanes ile birlikte Gracchus Reformları’nın teorik altyapısını oluşturan kişidir. Tiberius Gracchus’un katlinden sonra senato, Blossius’u sorguya çekti. Bu sorgu sırasında Blossius, doğruluktan ve  onurundan ödün vermeyerek ‘Gracchus’un kendisine verceği her talimatı tereddütsüz yerine getireceğini’ ifade etti. ‘Roma’yı yak dese yakar mıydın?’ diye sordular. Önce, ‘o böyle bir talimat vermezdi’ dedi. ‘Varsayalım ki verdi’ diye  ısrar edilmesi üzerine, ‘ancak Roma halkının gerçek çıkarları bunu gerektiriyosa böyle bir emir verirdi’ diye cevap verdi. Bu ifade üzerine Diophanes’i bekleyen kaderden kurtularak Roma’dan kaçmasına izin verildi. Büyük ihtimalle, üst mevkilerde hala destekçileri mevcuttu.
Roma’dan ayrılan Blossius, Bergama kralının vasiyetini kabul etmeyerek isyan başlatmış olan Aristonikus’a sığınarak Gracchus’a verdiği hizmetin benzerini Aristonikus’a sunmaya başladı. Yani Aristonikus isyanının teorisyeni oldu
Olayımızdaki başrolü oynayan Aristonikus, Bergama Kralı II. Eumenes’in evlilik dışı ilişkiden doğan oğluydu. Annesinin Efesli bir harpçinin kızı olduğu söylenir. II. Eumenes’ten sonra kardeşi II. Attalos ve onun ölümü üzerine de II. Eumenes’in oğlu III. Attalos başa geçmisti. Son kral, insanları sevmeyen, yarı deli olarak nitelendirilen değişik bir kişilikti. Akrabalarını öldürtmüş ve arkalarından fazlasıyla matem tutmuştu. Toksikoloji ve metallurji konularıyla hobi olarak ilgilenirdi. Zehirli bitkiler yetiştirdiği bir bahçesi ve bunlardan ölümcül zehirler damıttığı bir laboratuvarı vardı. Bergama Krallığı’nın doğudaki komşuları olan Selevkoslarla ve Galatlarla arası iyi olmadığından yüzünü Batı’ya dönmüş, Romalılar da Attalid hanedanına can-ı gönülden müttefik olmuştu. III. Attalos M.Ö. 133 yılının ortalarında 33 yaşında arkasında bir varis bırakmadan bu fani dünyadan ayrılmazdan önce, kişisel servetini ve kraliyet mülklerini Roma’ya miras olarak bıraktığını belirten bir vasiyetname yazdı. Bergama ve diğer şehirlerin, bu şehirlere ait arazilerin ve tapınak alanlarının  vasiyetnamenin kapsamında olmadığı özellikle belirtilmişti ama bu teknik detayın emperyal mirasçılar için fazla önemi yoktu. Bu alışılmadık vasiyetname üzerinde tarihçilerin değişik yorumları olmuştur. Vasiyetnamenin sahte olduğunu idda edenler olduğu gibi, Roma’nın kaçınılmaz hakimiyetinin yaklaşmakta olduğunu sezen Attalos’un kan dökülmesini önlemeye yönelik ileri görüşlülüğü olarak değerlendiren de vardır.
İşte bu aşamada Aristonikus ortaya çıkıp vesiyetnameyi tanımadığını söyledi ve III Eumenes adıyla kendini kral ilan etti. III. Attalos arkasında bir evlat bırakmış olsaydı, bu gayrimeşru hanedan mensubunun taç üzerinde ancak çok zayıf bir hak iddası olabilirdi. Fakat bir yarı Attalid bile halkın gözünde, yakın geçmişte Kartaca’yı ve Korint’i ortadan kaldırarak bir günde 150.000 kişiyi köleleştirmiş açgözlü cumhuriyetten daha iyiydi. Bu, tahtın yeni talibinin de meziyetleri yok değildi. Cesur ve yetenekli bir genç olan Aristonikus, Bergama burjuvazisinden çok daha açık bir şekilde kitlelerin hissiyatını sezmekteydi. Anadolu halkı, başka bir ülkenin boyunduruğunda olmaktansa iyi ya da kötü kendi yöneticilerini tercih ederdi.
Diğer taraftan, her zaman olduğu gibi o dönemde de, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edenler yok değildi. Bergama’nın aristokratları ve burjuvazisi, çıkarlarını Roma’nın yanında görmekteydi. Ayrıca, bölgedeki Pontus, Kapadokya, Bithynia ve Paphlagonia Krallıkları da hizmetlerinin karşılığında alacakları ödüllerin beklentisiyle ve muhtemelen Aristonikus isyanı başarılı olursa kendi kölelerinin de etkileyebileceğinden korktukları için, bu mücadelede Roma’nın müttefiki olduklarını ilan etmişlerdi. Bölgedeki diğer güç odakları arasında sayabileceğimiz kıyılardaki Hellen şehirleri ise, her zaman olduğu gibi bu konuda da bir fikir birliği içinde olmayıp, bazısı Aristonikus’u bazısı, Roma’yı, bazısı da kim kazanmaktaysa onu desteklemekteydi.
Attalos öldüğü sırada Aristonikus’un Bergama’da olmadığı anlaşılıyor. Kralın akrabalarına ve bazı aristokratlara karşı girişmiş olduğu katliam sırasında sürgüne gönderilmiş olduğunu zannediyoruz. Aristonikus’un en önemli müttefiklerinin Trakyalılar olmasından hareketle de bu sıralarda Trakya’da sürgünde olduğunu varsaymak mümkün. Aristonikus, krallığını İzmir civarındaki Leukai’de[3] ilan etti. Daha sonra Cyme’yi (Nemrut) kontrol altına aldı ve Bergama donanmasının bir kısmını ele geçirdi. Foça’nın da isyancıların yanında yer almasıyla birlikte bir deniz gücüne sahip oldu ve kendisinden yana olmayan İonya ve Karya şehirlerine saldırılar düzenlemeye başladı. Myndus, (Gümüşlük/Bodrum) Colophon, (Değirmendere) ve Samos’u  (Sisam) ele geçirdi. Çoğunluğu Trakyalı olan eski kraliyet paralı askerleri işsizlik tehdidiyle yüzyüze gelip Aristonikus’un yanında saf tuttular. Krallığın başkenti olan Bergama şehri doğal olarak Aristonikus’un en önemli hedefi olarak tehdit altındaydı. Şehirdeki yönetimi ellerinde tutan soylular ve burjuvalar, bir taraftan isyancılara yardım edenlerin kovuşturup yakaladıklarını idam ederken bir taraftan da  Roma lejyonları yetişene kardar zaman kazanabilmek için olağanüstü liberal bir kanun çıkararak şehirdeki göçmenler ve köleler dahil herkezi vatandaş ilan ettiler. Sadece kralın ölümünden sonra şehri terk etmiş olanlar (Aristonikus’a katılanlar) kanundışı ilan edilerek, mallarının haczedileceği duyuruldu.
Bu arada, asilerin donanmasının  eylemleri Efeslileri rahatsız etti Cyme açıklarında gerçekleşen deniz savaşında Efes Donanması Aristonikus’un filosunu yok etti. Efeslilerin bu davranışı valilik makamı ve Roma işgalindeki bölgenin eyalet hazinesi ile ödüllendirildi. Sahil şeridini kaybedince Aristonikus faaliyetini iç bölgelere yönlendirmek zorunda kaldı. Böylece isyanın da son dönemi başlamış oldu. Bu gelişmeler yaklaşık beş ay içerisinde yer almış, M.Ö. 133 yılının sonlarına gelinmişti.
Roma, bu isyan için görevlendirebileceği askeri güç konusunda sıkıntıda olmasına rağmen, yukarıda sözünü ettiğimiz Roma’nın müttefikleri olan krallar, bu açığı kapatmada istekli oldular ve her cephede Roma’nın yanında savaştılar.
Roma cephesine bakacak olursak, Attalos’un vasiyetnamesi ile birlikte hazinesinden bazı parçaları da Bergama’nın ileri gelenlerinden Eudemos isimli bir şahıs Roma’ya getirmiş ve vasiyetnamenin kabulünü, şehrin isyancılardan kurtarılmasını talep etmişti. Bu aşamada, Gracchus’un, reformlarını finanse etmek düşüncesiyle, senato’yu devre dışı bırakarak mirası kabul etmekle kendi sonuna giden yolu açtığını yukarıda görmüştük. Gracchus’un katlinden sonra, bazı diğer Hellen şehirlerinden gelen yardım taleplerini de dikkate alan senato, M.Ö. 132’de vasiyetnameyi kabul etti ve Gracchus’un katillerinden Poplius Scipio Nascia başkanlığında beş senatörün idaresindeki askeri gücü Anadolu’ya gönderdi. Nascia kısa bir süre sonra öldü ve Bergama’da defnedildi. Diğer dört senatör Roma’ya geri döndü. Onların yerine, daha büyük bir askeri gücün başında Anadolu’ya gönderilen konsül P. Licinius Crassus, Aristonikus’un krallığını ilan ettiği kent olan Leukai’ye saldırırken yenildi ve Trakyalı paralı askerlerin eline düştü. Romalı generalin kesik başı Aristonikus’a gönderildi. Aynı çatışmada Kapadokya Kralı V. Ariarathes’te öldürüldü.
Bu safhada Kapadokya Kralı Ariarathes’in savaş meydanında ölümü ve Cumaeli Blossius’un saflara katılması Aristonikus için biraz moral kaynağı oldu. Strabo’ya göre, iç kısımlara yönelmekle Aristonikus çok sayıda topraksız köylüyü ve ‘Güneş Şehri’nin özgürlük söylemiyle büyülenmiş köleyi etrafına toplamakta gecikmedi. Güneş Devleti, Apollonis’i[4] (Akhisar/Mecidiye Köyü yakınında) ve Thyateria’yı[5] (Akhisar) ele geçirdi, Roma yanlısı krallara karşı koyabilecek, hatta Bergama’yı bile ele geçirebilecek güce kavuştu. Metropolis’i[6] (Torbalı yakınında) saflarına kattı. Böylece iç bölgelerden aldığı destekle güçlenen Aristonikos, tekrar kıyıya yöneldi. Stratonicea’yı[7], Trakya’daki Sestos’u, Propontis’teki Cyzicus’u, İzmir’i, Bergama’nın limanı olan Elaea’yı ve Karia’daki Bargylia’yı işgal etti. Leukai, Cyme, Foça, zaten kendi tarafındaydı. İsyan yaygınlık kazandı. Strabo, tüm Asya Eyaleti’nin bu savaşa karışmış olduğunu söyler. Sulla, isyan bastırıldıktan sonra M.Ö. 85 yılında Efes’teki bir kongrede yaptığı konuşmada Hellen şehirlerini, başlangıçta Aristonikus’un yanında yer alıp, güç dengesi Roma’nın lehine döndükten sonra Roma tarafına geçmiş olmakla suçlamıştır. Aristonikus, Cyme’de kaybettiği donanmasını da yeniden inşa edip Samos’u tekrar işgal etti. Varisi olduğunu idda ettiği Bergama Krallığı’nın sınırları dışındaki bazı toprakları bile ele geçirdi. Efes, Bergama ve Halicarnassus ise, yukarıda sözü edilen Bithnia, Kapadokya ve Pontus kralları ile birlikte Aristonikus’a karşı saflarda yer almaktaydı.
Ancak Roma, başarılı olamayan Konsül Crassus’un yerine, isyan bastırmada ve onların nev-i şahsına münhasır liderlerini altetmede tecrübeli bir prokonsül tayin etti.
Sicilya’daki isyanı bastırmış ve Kral Antiochus’u zincire vurulmuş olarak Roma’ya getirmiş olan M. Perperna, M.Ö. 130 yılının konsülü olarak, Aristonikus’u Stratoniceia’da kuşattı ve isyancıları açlığa mahküm ederek teslim olmalarını sağladı. Güneş Kralı’nı da zincire vurarak Roma’ya gönderdi. Romalıların intikam yöntemlerini iyi bilen Blossius kendi yaşamına son vermeyi tercih etti. Bergamalılar da bir Soteria düzenleyerek kurtuluşları için Herakles’e teşekkür ettiler. Perperna, Attalos’un hazinesini de Roma’ya gönderdi. Hazine sonradan büyük bir ahlaksızlık olarak kabul edilecek şekilde açık arttırma ile satıldı. Konsülün kedisi ise, zaferini kutlama fırsatı bulamadan, hastalık nedeniyle Asya’da öldü. Aristonikus’un tutsak edilmiş olmasına rağmen, Güneş Devleti’nin halkı, bir süre daha direnişlerini sürdürdü. Ölen konsülün yerine tayin edilen M. Aquilius, direnişlerine devam eden Heliopolislilerin kullandığı su kuyularını zehirlemekten çekinmedi. Bu davranışı yüzünden Bergama’da ‘Hayırseverlik Tanrısı’ ilan edildi. İsyanın tamamen bastırılması M.Ö. 127 ye kadar sürdü. Herşey sona erdikten sonra Senato, isyana en büyük desteği vermiş olan Foça’nın yerle bir edilmesine karar verdi. Marsilya’lıların ana şehirlerini kurtarmak için yaptıkları müracaat sayesinde bu karar yumuşatıldı. Aynı ılımlı davranış, gördüğü işkenceler yüzünden veya gerçekçi bir durum değerlendirmesi yaparak tüm iddalarından vazgeçtiğini söyleyen Aristonikus için gösterilmedi. Aristonikus’un akibeti ile ilgili kesin veriler bulunmamakla birlikte yerin dört metre altında yer alan Tullianum Zindanına atıldığı ve M.Ö. 129 yılında bir cellat tarafından hücresinde infaz edildiği Sallust isimli tarihçi tarafından ifade edilmiştir. Aristonikus’un hayal ettiği krallık vergi tahsildarlarının eline geçti. Kurmayı arzuladığı Güneş Şehri de ölü doğmuş oldu.
Aristonikus hareketinin ne anlama geldiğinin değerlendirmesini yapmak oldukça zordur. Bir kere eldeki kaynaklar yetersiz ve zayıf, ayrıca hep Roma yanlısıdır. Bütün bu zorluklara rağmen aşağıdaki çıkarımları yapmak mümkün gözükmektedir:
İsyanın içinde yer alan sosyal unsurlara baktığımızda öncelikle hareketin başında, hakkı olduğunu idda ettiği tacı ele geçirmeye çalışan bir hanedan mensubunu görüyoruz. İsyancıların saflarında ise Roma emperyalizmine karşı olan şehirler, gelişmeler sonucu işsiz kalmış Trakyalı paralı askerler, ezilen köylüler ve zincirlerinden başka kaybedecek birşeyleri olmayan köleler yer almaktaydı. Gerek isyancıların yapısına, gerek isyanın başlama ve gelişme şekline bakarak tereddütsüz bir şekilde onun antiemperyalist milliyetçi bir direniş olduğunu söyleyebiliyoruz. Roma’nın Doğu Akdeniz üzerine empoze etmeye çalıştığı açgözlü ve zalim haraççılığı Aristonikus’tan başka, VI. Mithridates ve Kleopatra da teşhis etmişlerdir.[8] Tarihçiler açısından tartışmalı olan konu, bu isyanın, antiemperyalist özelliğinin yanında sosyal bir içerik taşıyıp taşımadığıdır. Benim kanaatimce sadece Blossius’un bu hareketin içerisindeki varlığı bile isyanın sosyal yönünü de olduğunu savunmak için yeterlidir. Tarsus’lu Antipater’in[9] öğrencisi, aynı zamanda Panaetius ve Midilli’li Diophanes’in[10] dostu olan Blossius bir Stoacıdır. Stoacılık, Antik çağ Yunan felsefesinin kamutanrıcı ve özdekçi doğa öğretisidir. Kurucusu Kıbrıslı Zenon’dur. (M.Ö. 336-264) Stoacılığa göre doğa (herşey) tanrıdır. (vahdet-i vücut, panteizm) Mutluluk bilgelikte, bilgelik doğaya uygun davranmaktadır. Stoacılık öğretisi uzun yıllar insanları etkilemeye devam etmiş, hatta eğitimli sınıflar arasında bir din haline gelmiştir. Panteist öğretilerin bilgilerini takipçilerine semboller aracılığıyla ve kademeli olarak verme yaklaşımı içinde oldukları bilinmektedir. Nitekim, bu isyanın da ideali, “Güneş Şehri” sembolüyle halk yığınlarına anlatılmaya çalışılmıştır. Güneş, zengin ve fakir ayırt etmeden ışıkların herkezin üzerinde aynı şekilde gönderen ve aşağıdaki dünyada yapılan tüm adaletsizlikleri parlak gözüyle izleyen varlıktır. Bir Heliopolis ilan etmekle Aristonikus, mazlum kitlelere daha elle tutulur gelecek bir dini cazibe hedeflemiş olmalıdır. Güneş hayatın gerçek kaynağıdır. Helios, bilge insanlarca tanrıların kralı ve herşeyin babası olarak adlandırılır. Anadolu’da güneş kültleri çok yaygındır. Hititler’de güneş tanrıçası bereketin sembolü hem Hititler hem de onların kültür mirasçılarına göre  aynı zamanda hakkın savunucusuydu. Apollo güneş tanrısındır ve Hellen panteonuna ait bu tanrının  Anadolulu olduğu Homeros dahil birçok kaynak tarafından belirtilmiştir. Delphi’de Apollo, azad edilmiş kölelerin koruyucusudur ve onların yeni hayatlarındaki haklarını garanti altına alır. Lidya’daki Hiera Kome’de[11]  ve Thyateria’da güneşe tapınılmaktadır. Trakya’da da Helios çok popülerdir.
Halk kitlelerini  anlaşılması zor programlarla etkilemeye çalışmak yerine onlara sembollerle seslenmek daha akılcıdır. Özellikle de bu sembol ışıkları tohuma hayat veren ve toprağı ısıtan, hayırseverliğine karşı hiçbir vergi istemeyen, her gün şaşmaz bir güvenilirlikle doğudan yükselen bir tanrıysa.
Blossius’un Roma’da Tiberius Gracchus’a danışmanlık yaptığı dönemde sosyal içerikli Gracchan Refomları’nın teorik altyapısını oluşturduğunu görmüştük. Roma’daki mesaisi ve felsefi düşünceleri onun sosyal konularda hangi yaklaşıma sahip olduğu konusunda açıkça fikir vermektedir. Blossius’un Roma’dan kaçmak zorunda kaldığında Aristonikus’a sığınmasını, tesadüfi veya çaresizlik içinde alınmış bir karar olarak görmek doğru değildir. Blossius, büyük olasılıkla Doğu’daki karışıklıklardan haberdardı ve belki de liderlerle ilişkideydi. Muhakkak ki onun Aristonikus’a sığınması isyancı liderin amaçlarını bilerek gerçekleşmiştir. Başka seçeği yok değildi. Örneğin, köle kral Eunus’un Sicilya’daki kalesi onun gibi bir sığınmacıya memnuniyetle kapılarını açardı. Blossius, büyük olasılıkla, bilinçli bir tercih sonucu Aristonikus’a katılmış olmalıdır. Bir başka deyişle, Aristonikus’u kendi dünya görüşüne yakın bulmuş olduğunu söylemek mümkündür. Nasıl ki II. Dünya savaşı öncesinde Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim insanlarının Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınmaları tesadüfi değilse, Blossius’un da Aristonikus’a sığınması tesadüfi değildi.
Zaman kesinlikle işlerin çığrından çıktığı bir dönemdir. Bir Yunanlının sözleriyle ‘ülke paranın yönetimindeydi ve geri kalan her şey ona boyun eğmekteydi’. Ancak Cumae’li Blossius, paranın hükümdarlığına teslim olmaya razı değildi.
Toynbee, Blossius’u Marks’ın Hellenik prototipi, Aristonikus’u da onun Bergamalı halifesi olarak selamlar ve hepimizin yakından tanıdığı Şeyh Bedrettin ile Aristonikus arasındaki benzerliğe dikkat çeker. Kahrstedt ölçülü bir şekilde Bolşevik Enternasyonali ile paralellik kurar.
Bence Aristonikus’un savaşını bir sınıf mücadelesi olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır.  Bu mücadele, hiç kuşkusuz, kölelik karşıtı ve köylü halkın yaşam koşullarının iyileştirilmesini amaçlayan bir söyleme sahipti. Fakat bunu, o dönemin yapısına uygun olarak, monarşi, yardımsever bir despotizm, sürüsüne çobanlık yapan bir krallık sistematiği içinde yapmayı tasarladığını söyleyebiliriz. Değerlendirmelerimizi her dönemin kendi gerçeklerini göz önünde tutarak yapmak zorundayız. Unutmamak gerekir ki M.Ö. VII yüzyıl sonlarında İon şehir devletlerinde ortaya çıkan ve bugün “demokrasi” diye nitelendirdiğimiz rejimler sonuç olarak birer “tiranlık” idi. Buna rağmen, aristokratlarla köylüler arasında, tüccar, sanayici ve bunların yardımcıları, gemici, işçi, ve küçük zenaatçılardan oluşan bir oluşan bir orta sınıfın ortaya çıkması, bu sınıfın o zamana kadar aristokratların elinde bulunan teamül hukukunun yazı ile saptanmasını talep etmesi, böylece yazılı kanunların oluşturulması, devlet işlerine faal olarak katılma mücadelesini yürütmeleri, bu mücadeleler sonunda yönetime katılma konusunda asalet yerine servet ve geliri göz önünde bulunduran bazı yasalar yürürlüğe girmesi, bazı şehir devletlerinde sınıf mücadeleleri aristokrat hükümetlerin yetkilerinin daraltılması,[12] hiç kuşkusuz demokrasi adına atılmış önemli adımlardı ve İon şehir devletlerindeki yönetimleri o günün koşullarında “demokrat” olarak adlandırmamızı hak etmekteydi. Dolayısıyla, sonunda bir monarşiyi hedefliyor olsa da, Aristonikus isyanını “sınıf mücadelesi” olarak nitelemek bir çelişki olmayacaktır.
Heliopolis söylemini bir ütopyaya benzeten bilim insanları da vardır. Burada söz konusu olan ütopya İambulus’tur. Bu, Diodorus tarafından anlatılan bir hikayedir. Iambulus isimli bir şahsın  ‘Güneş Adaları’ diye isimlendirilen Hint Okyansu’ndaki takımadalarda geçici ikametinden söz eder. Doğanın nimetlerini cömerçe sergilediği bu ekvatoral iklimde huzur içinde yaşayan ve güneşe tapan bir halkın günlerini köleliğin kamçısından uzak nasıl geçirdiğini anlatır. Ancak coğrafi romantizm unsurlarının zaman zaman ağır bastığı bir anlatım söz konusudur. Pöhlmann, Aristonikus’un ‘Iambulus’ romantik ütopyasını gerçekleştirmenin peşinde olduğuna inanmış ve Bidez ile Hansen’i de bu konuda ikna etmiştir. Iambulus’un zamanını belirlemek biraz zor gözükmektedir. Bu konuda sadece bazı önermeler mevcuttur ve M.Ö. III. Yüzyıl ağırlık kazanmaktadır. Iambulus, Aristonikus tarafından biliniyor olsa bile bu hikayeden cahil köylüleri etkileyecek bir program çıkarmak zor gözükmektedir.[13]
Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik, Büyük Fransız İhtilali ile ön plana çıkmış ve günümüzün evrensel değerlerinin temelini oluşturan prensiplerdir. Aristonikus isyanı, dünya tarihinde bu değerler adına verilmiş olan mücadelelerin belki de ilk örneklerinden biri olarak önümüzde durmaktadır. Bu mücadelenin, şu anda yaşadığımız coğrafyada meydana gelmiş olması ayrıca önem taşıyor. Ord. Prof. Ekrem Akurgal, M.Ö. 1050 – M.S. 395 yılları arasındaki yaklaşık 1500 yıllık bir süreç içinde dünya tarihinin en önemli sosyal, bilimsel ve kültürel atılımlarının Ege’de gerçekleştiğini söyler. Bizler, Batı dünyasının bu uygarlığı “Antik Yunan” diye isimlendirmesine itiraz etmez ve bu sebeple de  sahiplenmekte güçlük çekeriz. Halbuki bu uygarlık Ege Göçleri’nden önce bölgede bulunan Anadolu Halkları ile Dorların önünden kaçıp gelen Hellenlerin oluşturduğu sentezin bir ürünüdür ve Hellen Yarımadası’ndaki uygarlıktan oldukça farklıdır. İnsanın özgür düşüncesinin ve felsefenin temelleri bu coğrafyadadır. Bu topraklarda bizden önce yaşamış insanları tanımanın ve onların kültür mirasını sahiplenmenin çok önemli olduğunu unutmamak gerekir.




[1] Robert von Pöhlmann, Geschichte der sozialen Frage und des Sozialismus in der Antiken Welt, Munich (Ed. 3 Oertel) 1925, I, pp. 405-406
[2] Romalıların Keltlerle yaptığı savaşlardan sonra Keltleri dağıtmasıyla birlikte, Galatları oluşturan Kelt kavimleri Romalıların baskısıyla Güney ve Doğu Avrupa'ya sürüldüler. M.Ö. 280 yılında İstanbul Boğazından Anadoluya geçen Galatlar, 277-274 yıllarında Ege bölgesi yağmalandı; Erythrai ve Milet kısa sürelerle Galatların eline geçti. MÖ 274'te Bergama kralı Eumenes ve Selevkos kralı Antiokhos komutasındaki ordu Galatları ağır bir yenilgiye uğratarak Orta Anadolu'ya sürdüler.
[3] Leukai antik kenti, Günümüzde İzmir İl sınırları içindeki Çamaltı Tuzlası, Üçtepeler mevkiinde yer almaktadır.
[4] Akhisar İlçesi, Mecidiye Köyünün 2 km kadar kuzeyinde, antik Apollanis kentinin kalıntılarının bulunduğu sahadır. Aristonikos , önce Thyateira’yı sonra da Apollonis’i ele geçirir ve kuvvetlerini diğer kentlere doğru yöneltir.
[5] Thyateira (okunuşu "Tiyatira"): Akhisar ilçesinin antik çağdaki ismi. Kent, Lidya devletinin ve Pergamon Krallığı'nın en önemli yerleşimlerindendir.
[6] Metropolis Antik Kenti, İzmir ili, Torbalı ilçesi sınırlarında Yeniköy ve Özbey köyleri arasında bir tepenin üzerinde yer almaktadır. Metropolis, “ana tanrıça kenti” anlamına gelmektedir. (Meter Gallesia) Aristonikos isyanına karşı Romalıların yanında yer almıştır.
[7] Bölgede, birincisi Karia Bölgesindeki Eskihisar’da yer alan, (diğer adı Hadrianopolis), ikincisi, Lydia’da Manisa civarında olmak üzere iki Stratonicea vardır. Kaynaklarda adı geçen Stratonicea’nın hangisi olduğu kesinlik kazanmamıştır.
[8] Africa, W. Thomas (1961) Aristonicus, Blossius, and the City of the Sun International Review of Social History
Volume 6 / Issue 01 , Apr 1961, pp 110-124
[9] Tarsus’lu Antipater Stoacı bir filozoftur. Babilli Diogenes’in öğrencisi ve Stoacı felsefenin liderliğinde halefi olmuştur. Panateus’a öğretmenlik yapmıştır.
[10] Midilli’li Diophanes zamanının tanınmış Yunan belagatçılarındandır. Tarafımızca bilinmeyen nedenlerden dolanyı memleketini terkedip Roma’ya gitmek zorunda bırakılmıştır.  Roma’da Tiberius Gracchus’un danışmanı ve yakın dostu olmuştur. Gracchus oligarşinin kurbanı olup katledildikten sonra Diophanes te onun birçok yakını gibi öldürüldü.
[11] Lidya bölgesinde, antik Bergama-Sart yolu üzerinde, bugünkü Sazova (veya Beyova) yakınında bir şehirdir. Pers tanrıçası Anaetis adına kurulmuştur. Bu kült, Gediz Vadisi’nde görülmekte olup Magi rahiplerinin ilginç ateşe tapınma ayinlerinden dolayı Yunanlı tarihçiler tarafından M.S. II. yüzyılda bile anılmaya devam etmiştir.   
[12] Mansel, Arif Müfid (1999) ‘Ege ve Yunan Tarihi’ Ankara, TTK, p. 175-180
[13] Africa, W. Thomas (1961) Aristonicus, Blossius, and the City of the Sun International Review of Social History
Volume 6 / Issue 01 , Apr 1961, pp 110-124