ARİSTONİKUS VE GÜNEŞ
ŞEHRİ
M.Ö. II. yüzyılda Ege Bölgesi’nde, bilim insanları
tarafından ‘Marksizmin ilk atağı’[1]
olarak nitelendirilen bir rejim parlayıp söndü. Olay, Bergama Krallığı’nın son
hükümdarı III. Attalos’un, dünya tarihinde pek duyulmamış bir şekilde,
krallığını Roma’ya miras bırakarak ölmesi üzerine başladı. Dünya tarihinin ilk
halk ayaklanması olarak adlandırılabilecek bu ilginç olayın ve yarattığı sonuçların
üzerinde durulmayı hakettiğini düşünüyorum.
M.Ö. III. Yüzyılın ortalarında, Bugünkü Erdek ile Mersin’i
birleştiren çizginin batısında kalan bölge, Bergama Krallığının eline geçti. Bu
bölge içinde olan orta ve güney Ege sahili
(İonya, Karya, Likya) Krallığın yönetiminde değildi. Bu yörelerde bağımsız
Hellen şehir devletleri hüküm sürmekteydi. Bu duruma nasıl gelindiğinden kısaca
söz etmek gerekirse, bildiğiniz gibi, Büyük İskender, M.Ö. 334 yılındaki
Granikos Savaşı’ndan sonra Persleri Anadolu’dan kovdu. İskender'in ölümünden
sonra fethetmiş olduğu topraklar emrindeki generaller arasında paylaşıldı. Bu
paylaşmada Bergama, Trakya hükümdarı Lysimachos'un payına düştü. Lysimachos,
Korypedion Savaşı'nda I. Selevkos Nikator tarafından öldürüldü. Lysimachos’un
adamlarından Paflagonyalı Filetairos, efendisinin burada bıraktığı serveti ele
geçirerek Bergama’ya hakim oldu ve bağımsızlığını ilan etti. Filetairos ölmeden
önce devletin yönetimini evlatlığı ve yeğeni olan I. Eumenes'e bıraktı. I.Eumenes’in
ardılı ve kuzeni I. Attalos'la birlikte özellikle Galatlar’a[2]
karşı kazınılan zaferle Bergama, gücünü tüm Anadolu'ya kabul ettirdi. Bu
dönemden sonra Bergama yöneticileri artık kendilerini Kral olarak adladırmaya
başladı. Bu yüzden I. Attalos’un tahta çıktığı M.Ö. 241 yılı, Bergama
krallığının kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Kral I. Attalos'un oğulları II.
Eumenes ve ardından II. Attalos zamanında Bergama gücünün ve sınırlarının zirvesine
ulaştı. Görkemli Zeus Sunağı bu dönemde inşa edildi, ünlü Bergama Kütüphanesi
bu zamanda 200.000 ciltlik kapasiteye ulaştı, heykelcilik, tıp ve eczacılıkla
ünlendi.
Amcası II. Attalos'tan sonra başa geçen III. Attalos’un ölümü
ve krallığını Roma’ya bıraktığını ilan eden bir vasiyetname bırakmasıyla da
bugünkü konumuz olan olaylar başlamış oldu. Ancak, esas konuya girmeden önce
isterseniz olayların diğer önemli aktörü olan Roma’nın o yıllardaki durumuna
kısaca göz atalım.
M.Ö. 149-146 yıllarında Kartaca ile yaptığı son
savaştan da zeferle çıkan Roma, dış tehditlerden kurtulmuş fakat buna karşılık
bazı iç sorunların ağırlığını hissetmeye başlamıştı. Roma ordusunun belkemiğini
oluşturan küçük toprak sahibi köylüler, uzun süren savaşlarda büyük zayiat
vermişti, çiftliklerine geri dönenler de uzun zamandır ihmal edilmiş olan topraklarını
tekrar verimli hale getirmekte zorluklar yaşamaktaydı. Devlettten bu konuda
destek gelmeyince küçük toprak sahipleri yok pahasına topraklarını büyük
çiftçilere satmak zorunda kaldı. Topraklarını genişleten büyük çiftçiler,
topraksız kalan köylüleri istihdam etmek yerine tarımda köle emeğinden
yararlanma yoluna gidince çaresiz köylüler şehirlere akın etmeye başladı.
Zenginler önce bu durumu pek dikkate almadı ama, bu işsiz yığınlar gün geçtikçe
Roma’da huzuru ve güvenliği tehdit eder hale gelince, ister istemez birşeyler
yapma ihtiyacını hissettiler.
Tiberius Sempronius Gracchus (M.Ö.163-133) soylu ve
nüfuzlu bir ailenin çocuğuydu. Köylülerin içine düştüğü bu kötü durumdan
rahatsız olmaktaydı. Ayrıca, küçük çiftçilerin yok olmasıyla birlikte Roma ordusunun
uğrayacağı zaafiyetin de farkındaydı. M.Ö. 133 yılında halk (pleb) sınıfının
temsilcisi olarak konsül seçildi. Roma,
M.Ö. 508-27 yılları arasında oligarşik bir cumhuriyet ile yönetilmişti. Arazi
sahibi aristokrasisi (patriciler) ve halktan yurttaşlar (plebler) olmak üzere
iki sınıf vardı. Her yıl, bu iki sınıf birer konsül seçer ve bu konsüller
hükümeti yönetirdi. Konsüllere öğüt veren bir de senato vardı. İşte bu sistem
içerisinde pleplerin temsilcisi olarak konsül seçilen Gracchus, bir toprak reformu kanunu çıkarmak için çalışmalara
başladı. Hazırladığı kanun teklifi devlet arazilerinin topraksız köylüye
dağıtılmasını içeriyordu. Kanun kabul edildi ama Gracchus bu arada hayli düşman
kazanmış oldu. Senato, kanunun uygulanması için gerekli bütçeyi çok kısıtlı
tuttu. Tam bu aşamada Asya’da bir kralın hazinelerini Roma’ya miras bıraktığını
duyan Graccus, hazırladığı toprak reformu için bir finansman kaynağı bulduğu
düşüncesiyle, halk adına hazineyi kabul ettiğini ilan etti. Ancak konsülün
mirası kabul ediş şekli senatoyu rahatsız etmişti. Dış ilişkiler senatonun
tekelinde olduğundan Gracchus’un davranışını yetki gaspı olarak
değerlendirdiler. Dönem sonunda Gracchus’un kosüllüğüne son vermek için kulis
faaliyetine başladılar. Gracchus’un, bu girişime meydan okuyarak seçimlerin tekrarlanmasını istemesi üzerine
rakipleri paniğe kapıldı. Gracchus’u bir halk isyanı düzenleyip krallığını ilan
etmeye çalışmakla itham eden senatörler bir toplantı sırasında konsülü linç
edip cesedini Tiber nehrine attılar.
Tiberius Gracchus, kendi ismiyle
anılan Gracchan Reformları’nı planlar ve uygulamaya çalışırken kendisine
danışmanlık yapan önemli bir şahsiyet Gaius Blossius idi. İtalya’daki Campania
bölgesinin Cumae şehrinden olan Blossius stoacı filozof Tarsuslu Antipater’in
öğrencisidir. Yunan belagat hocası Diophanes ile birlikte Gracchus
Reformları’nın teorik altyapısını oluşturan kişidir. Tiberius Gracchus’un
katlinden sonra senato, Blossius’u sorguya çekti. Bu sorgu sırasında Blossius, doğruluktan
ve onurundan ödün vermeyerek ‘Gracchus’un
kendisine verceği her talimatı tereddütsüz yerine getireceğini’ ifade etti. ‘Roma’yı
yak dese yakar mıydın?’ diye sordular. Önce, ‘o böyle bir talimat vermezdi’ dedi.
‘Varsayalım ki verdi’ diye ısrar edilmesi
üzerine, ‘ancak Roma halkının gerçek çıkarları bunu gerektiriyosa böyle bir
emir verirdi’ diye cevap verdi. Bu ifade üzerine Diophanes’i bekleyen kaderden
kurtularak Roma’dan kaçmasına izin verildi. Büyük ihtimalle, üst mevkilerde
hala destekçileri mevcuttu.
Roma’dan ayrılan Blossius, Bergama kralının vasiyetini kabul
etmeyerek isyan başlatmış olan Aristonikus’a sığınarak Gracchus’a verdiği
hizmetin benzerini Aristonikus’a sunmaya başladı. Yani Aristonikus isyanının
teorisyeni oldu
Olayımızdaki başrolü oynayan Aristonikus, Bergama Kralı II.
Eumenes’in evlilik dışı ilişkiden doğan oğluydu. Annesinin Efesli bir harpçinin
kızı olduğu söylenir. II. Eumenes’ten sonra kardeşi II. Attalos ve onun ölümü
üzerine de II. Eumenes’in oğlu III. Attalos başa geçmisti. Son kral, insanları
sevmeyen, yarı deli olarak nitelendirilen değişik bir kişilikti. Akrabalarını
öldürtmüş ve arkalarından fazlasıyla matem tutmuştu. Toksikoloji ve metallurji
konularıyla hobi olarak ilgilenirdi. Zehirli bitkiler yetiştirdiği bir bahçesi
ve bunlardan ölümcül zehirler damıttığı bir laboratuvarı vardı. Bergama
Krallığı’nın doğudaki komşuları olan Selevkoslarla ve Galatlarla arası iyi
olmadığından yüzünü Batı’ya dönmüş, Romalılar da Attalid hanedanına can-ı
gönülden müttefik olmuştu. III. Attalos M.Ö. 133 yılının ortalarında 33 yaşında
arkasında bir varis bırakmadan bu fani dünyadan ayrılmazdan önce, kişisel
servetini ve kraliyet mülklerini Roma’ya miras olarak bıraktığını belirten bir
vasiyetname yazdı. Bergama ve diğer şehirlerin, bu şehirlere ait arazilerin ve
tapınak alanlarının vasiyetnamenin
kapsamında olmadığı özellikle belirtilmişti ama bu teknik detayın emperyal
mirasçılar için fazla önemi yoktu. Bu alışılmadık vasiyetname üzerinde
tarihçilerin değişik yorumları olmuştur. Vasiyetnamenin sahte olduğunu idda edenler
olduğu gibi, Roma’nın kaçınılmaz hakimiyetinin yaklaşmakta olduğunu sezen
Attalos’un kan dökülmesini önlemeye yönelik ileri görüşlülüğü olarak
değerlendiren de vardır.
İşte bu aşamada Aristonikus ortaya çıkıp vesiyetnameyi
tanımadığını söyledi ve III Eumenes adıyla kendini kral ilan etti. III. Attalos
arkasında bir evlat bırakmış olsaydı, bu gayrimeşru hanedan mensubunun taç
üzerinde ancak çok zayıf bir hak iddası olabilirdi. Fakat bir yarı Attalid bile
halkın gözünde, yakın geçmişte Kartaca’yı ve Korint’i ortadan kaldırarak bir
günde 150.000 kişiyi köleleştirmiş açgözlü cumhuriyetten daha iyiydi. Bu,
tahtın yeni talibinin de meziyetleri yok değildi. Cesur ve yetenekli bir genç
olan Aristonikus, Bergama burjuvazisinden çok daha açık bir şekilde kitlelerin
hissiyatını sezmekteydi. Anadolu halkı, başka bir ülkenin boyunduruğunda
olmaktansa iyi ya da kötü kendi yöneticilerini tercih ederdi.
Diğer taraftan, her zaman olduğu gibi o dönemde de, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi
emelleriyle tevhit edenler yok değildi. Bergama’nın aristokratları ve
burjuvazisi, çıkarlarını Roma’nın yanında görmekteydi. Ayrıca, bölgedeki Pontus,
Kapadokya, Bithynia ve Paphlagonia Krallıkları da hizmetlerinin karşılığında
alacakları ödüllerin beklentisiyle ve muhtemelen Aristonikus isyanı başarılı
olursa kendi kölelerinin de etkileyebileceğinden korktukları için, bu
mücadelede Roma’nın müttefiki olduklarını ilan etmişlerdi. Bölgedeki diğer güç
odakları arasında sayabileceğimiz kıyılardaki Hellen şehirleri ise, her zaman olduğu
gibi bu konuda da bir fikir birliği içinde olmayıp, bazısı Aristonikus’u
bazısı, Roma’yı, bazısı da kim kazanmaktaysa onu desteklemekteydi.
Attalos öldüğü sırada Aristonikus’un Bergama’da olmadığı
anlaşılıyor. Kralın akrabalarına ve bazı aristokratlara karşı girişmiş olduğu
katliam sırasında sürgüne gönderilmiş olduğunu zannediyoruz. Aristonikus’un en
önemli müttefiklerinin Trakyalılar olmasından hareketle de bu sıralarda
Trakya’da sürgünde olduğunu varsaymak mümkün. Aristonikus, krallığını İzmir civarındaki
Leukai’de[3]
ilan etti. Daha sonra Cyme’yi (Nemrut) kontrol altına aldı ve Bergama donanmasının
bir kısmını ele geçirdi. Foça’nın da isyancıların yanında yer almasıyla
birlikte bir deniz gücüne sahip oldu ve kendisinden yana olmayan İonya ve Karya
şehirlerine saldırılar düzenlemeye başladı. Myndus, (Gümüşlük/Bodrum) Colophon,
(Değirmendere) ve Samos’u (Sisam) ele
geçirdi. Çoğunluğu Trakyalı olan eski kraliyet paralı askerleri işsizlik
tehdidiyle yüzyüze gelip Aristonikus’un yanında saf tuttular. Krallığın
başkenti olan Bergama şehri doğal olarak Aristonikus’un en önemli hedefi olarak
tehdit altındaydı. Şehirdeki yönetimi ellerinde tutan soylular ve burjuvalar,
bir taraftan isyancılara yardım edenlerin kovuşturup yakaladıklarını idam
ederken bir taraftan da Roma lejyonları
yetişene kardar zaman kazanabilmek için olağanüstü liberal bir kanun çıkararak
şehirdeki göçmenler ve köleler dahil herkezi vatandaş ilan ettiler. Sadece
kralın ölümünden sonra şehri terk etmiş olanlar (Aristonikus’a katılanlar) kanundışı
ilan edilerek, mallarının haczedileceği duyuruldu.
Bu arada, asilerin donanmasının eylemleri Efeslileri rahatsız etti Cyme
açıklarında gerçekleşen deniz savaşında Efes Donanması Aristonikus’un filosunu
yok etti. Efeslilerin bu davranışı valilik makamı ve Roma işgalindeki bölgenin
eyalet hazinesi ile ödüllendirildi. Sahil şeridini kaybedince Aristonikus
faaliyetini iç bölgelere yönlendirmek zorunda kaldı. Böylece isyanın da son
dönemi başlamış oldu. Bu gelişmeler yaklaşık beş ay içerisinde yer almış, M.Ö.
133 yılının sonlarına gelinmişti.
Roma, bu isyan için görevlendirebileceği askeri güç
konusunda sıkıntıda olmasına rağmen, yukarıda sözünü ettiğimiz Roma’nın
müttefikleri olan krallar, bu açığı kapatmada istekli oldular ve her cephede
Roma’nın yanında savaştılar.
Roma cephesine bakacak olursak, Attalos’un vasiyetnamesi ile
birlikte hazinesinden bazı parçaları da Bergama’nın ileri gelenlerinden Eudemos
isimli bir şahıs Roma’ya getirmiş ve vasiyetnamenin kabulünü, şehrin
isyancılardan kurtarılmasını talep etmişti. Bu aşamada, Gracchus’un,
reformlarını finanse etmek düşüncesiyle, senato’yu devre dışı bırakarak mirası
kabul etmekle kendi sonuna giden yolu açtığını yukarıda görmüştük. Gracchus’un
katlinden sonra, bazı diğer Hellen şehirlerinden gelen yardım taleplerini de
dikkate alan senato, M.Ö. 132’de vasiyetnameyi kabul etti ve Gracchus’un
katillerinden Poplius Scipio Nascia başkanlığında beş senatörün idaresindeki
askeri gücü Anadolu’ya gönderdi. Nascia kısa bir süre sonra öldü ve Bergama’da
defnedildi. Diğer dört senatör Roma’ya geri döndü. Onların yerine, daha büyük
bir askeri gücün başında Anadolu’ya gönderilen konsül P. Licinius Crassus,
Aristonikus’un krallığını ilan ettiği kent olan Leukai’ye saldırırken yenildi
ve Trakyalı paralı askerlerin eline düştü. Romalı generalin kesik başı
Aristonikus’a gönderildi. Aynı çatışmada Kapadokya Kralı V. Ariarathes’te
öldürüldü.
Bu safhada Kapadokya Kralı Ariarathes’in savaş meydanında
ölümü ve Cumaeli Blossius’un saflara katılması Aristonikus için biraz moral
kaynağı oldu. Strabo’ya göre, iç kısımlara yönelmekle Aristonikus çok sayıda
topraksız köylüyü ve ‘Güneş Şehri’nin özgürlük söylemiyle büyülenmiş köleyi
etrafına toplamakta gecikmedi. Güneş Devleti, Apollonis’i[4]
(Akhisar/Mecidiye Köyü yakınında) ve Thyateria’yı[5]
(Akhisar) ele geçirdi, Roma yanlısı krallara karşı koyabilecek, hatta
Bergama’yı bile ele geçirebilecek güce kavuştu. Metropolis’i[6]
(Torbalı yakınında) saflarına kattı. Böylece iç bölgelerden aldığı destekle
güçlenen Aristonikos, tekrar kıyıya yöneldi. Stratonicea’yı[7],
Trakya’daki Sestos’u, Propontis’teki Cyzicus’u, İzmir’i, Bergama’nın limanı
olan Elaea’yı ve Karia’daki Bargylia’yı işgal etti. Leukai, Cyme, Foça, zaten
kendi tarafındaydı. İsyan yaygınlık kazandı. Strabo, tüm Asya Eyaleti’nin bu savaşa
karışmış olduğunu söyler. Sulla, isyan bastırıldıktan sonra M.Ö. 85 yılında
Efes’teki bir kongrede yaptığı konuşmada Hellen şehirlerini, başlangıçta
Aristonikus’un yanında yer alıp, güç dengesi Roma’nın lehine döndükten sonra
Roma tarafına geçmiş olmakla suçlamıştır. Aristonikus, Cyme’de kaybettiği
donanmasını da yeniden inşa edip Samos’u tekrar işgal etti. Varisi olduğunu
idda ettiği Bergama Krallığı’nın sınırları dışındaki bazı toprakları bile ele
geçirdi. Efes, Bergama ve Halicarnassus ise, yukarıda sözü edilen Bithnia,
Kapadokya ve Pontus kralları ile birlikte Aristonikus’a karşı saflarda yer
almaktaydı.
Ancak Roma, başarılı olamayan Konsül Crassus’un yerine,
isyan bastırmada ve onların nev-i şahsına münhasır liderlerini altetmede
tecrübeli bir prokonsül tayin etti.
Sicilya’daki isyanı bastırmış ve Kral Antiochus’u zincire
vurulmuş olarak Roma’ya getirmiş olan M. Perperna, M.Ö. 130 yılının konsülü
olarak, Aristonikus’u Stratoniceia’da kuşattı ve isyancıları açlığa mahküm
ederek teslim olmalarını sağladı. Güneş Kralı’nı da zincire vurarak Roma’ya gönderdi.
Romalıların intikam yöntemlerini iyi bilen Blossius kendi yaşamına son vermeyi
tercih etti. Bergamalılar da bir Soteria düzenleyerek kurtuluşları için
Herakles’e teşekkür ettiler. Perperna, Attalos’un hazinesini de Roma’ya
gönderdi. Hazine sonradan büyük bir ahlaksızlık olarak kabul edilecek şekilde
açık arttırma ile satıldı. Konsülün kedisi ise, zaferini kutlama fırsatı
bulamadan, hastalık nedeniyle Asya’da öldü. Aristonikus’un tutsak edilmiş olmasına
rağmen, Güneş Devleti’nin halkı, bir süre daha direnişlerini sürdürdü. Ölen konsülün
yerine tayin edilen M. Aquilius, direnişlerine devam eden Heliopolislilerin
kullandığı su kuyularını zehirlemekten çekinmedi. Bu davranışı yüzünden
Bergama’da ‘Hayırseverlik Tanrısı’ ilan edildi. İsyanın tamamen bastırılması
M.Ö. 127 ye kadar sürdü. Herşey sona erdikten sonra Senato, isyana en büyük
desteği vermiş olan Foça’nın yerle bir edilmesine karar verdi. Marsilya’lıların
ana şehirlerini kurtarmak için yaptıkları müracaat sayesinde bu karar
yumuşatıldı. Aynı ılımlı davranış, gördüğü işkenceler yüzünden veya gerçekçi
bir durum değerlendirmesi yaparak tüm iddalarından vazgeçtiğini söyleyen
Aristonikus için gösterilmedi. Aristonikus’un akibeti ile ilgili kesin veriler
bulunmamakla birlikte yerin dört metre altında yer alan Tullianum Zindanına atıldığı
ve M.Ö. 129 yılında bir cellat tarafından hücresinde infaz edildiği Sallust
isimli tarihçi tarafından ifade edilmiştir. Aristonikus’un hayal ettiği krallık
vergi tahsildarlarının eline geçti. Kurmayı arzuladığı Güneş Şehri de ölü
doğmuş oldu.
Aristonikus hareketinin ne anlama geldiğinin
değerlendirmesini yapmak oldukça zordur. Bir kere eldeki kaynaklar yetersiz ve
zayıf, ayrıca hep Roma yanlısıdır. Bütün bu zorluklara rağmen aşağıdaki
çıkarımları yapmak mümkün gözükmektedir:
İsyanın içinde yer alan sosyal unsurlara baktığımızda
öncelikle hareketin başında, hakkı olduğunu idda ettiği tacı ele geçirmeye
çalışan bir hanedan mensubunu görüyoruz. İsyancıların saflarında ise Roma
emperyalizmine karşı olan şehirler, gelişmeler sonucu işsiz kalmış Trakyalı paralı
askerler, ezilen köylüler ve zincirlerinden başka kaybedecek birşeyleri olmayan
köleler yer almaktaydı. Gerek isyancıların yapısına, gerek isyanın başlama ve
gelişme şekline bakarak tereddütsüz bir şekilde onun antiemperyalist milliyetçi
bir direniş olduğunu söyleyebiliyoruz. Roma’nın Doğu Akdeniz üzerine empoze
etmeye çalıştığı açgözlü ve zalim haraççılığı Aristonikus’tan başka, VI.
Mithridates ve Kleopatra da teşhis etmişlerdir.[8]
Tarihçiler açısından tartışmalı olan konu, bu isyanın, antiemperyalist özelliğinin
yanında sosyal bir içerik taşıyıp taşımadığıdır. Benim kanaatimce sadece
Blossius’un bu hareketin içerisindeki varlığı bile isyanın sosyal yönünü de
olduğunu savunmak için yeterlidir. Tarsus’lu Antipater’in[9]
öğrencisi, aynı zamanda Panaetius ve Midilli’li Diophanes’in[10]
dostu olan Blossius bir Stoacıdır. Stoacılık, Antik çağ Yunan felsefesinin
kamutanrıcı ve özdekçi doğa öğretisidir. Kurucusu Kıbrıslı Zenon’dur. (M.Ö.
336-264) Stoacılığa göre doğa (herşey) tanrıdır. (vahdet-i vücut, panteizm) Mutluluk
bilgelikte, bilgelik doğaya uygun davranmaktadır. Stoacılık öğretisi uzun
yıllar insanları etkilemeye devam etmiş, hatta eğitimli sınıflar arasında bir
din haline gelmiştir. Panteist öğretilerin bilgilerini takipçilerine semboller
aracılığıyla ve kademeli olarak verme yaklaşımı içinde oldukları bilinmektedir.
Nitekim, bu isyanın da ideali, “Güneş Şehri” sembolüyle halk yığınlarına
anlatılmaya çalışılmıştır. Güneş, zengin ve fakir ayırt etmeden ışıkların
herkezin üzerinde aynı şekilde gönderen ve aşağıdaki dünyada yapılan tüm
adaletsizlikleri parlak gözüyle izleyen varlıktır. Bir Heliopolis ilan etmekle
Aristonikus, mazlum kitlelere daha elle tutulur gelecek bir dini cazibe
hedeflemiş olmalıdır. Güneş hayatın gerçek kaynağıdır. Helios, bilge insanlarca
tanrıların kralı ve herşeyin babası olarak adlandırılır. Anadolu’da güneş
kültleri çok yaygındır. Hititler’de güneş tanrıçası bereketin sembolü hem
Hititler hem de onların kültür mirasçılarına göre aynı zamanda hakkın savunucusuydu. Apollo
güneş tanrısındır ve Hellen panteonuna ait bu tanrının Anadolulu olduğu Homeros dahil birçok kaynak
tarafından belirtilmiştir. Delphi’de Apollo, azad edilmiş kölelerin
koruyucusudur ve onların yeni hayatlarındaki haklarını garanti altına alır. Lidya’daki
Hiera Kome’de[11] ve Thyateria’da güneşe tapınılmaktadır. Trakya’da
da Helios çok popülerdir.
Halk kitlelerini
anlaşılması zor programlarla etkilemeye çalışmak yerine onlara
sembollerle seslenmek daha akılcıdır. Özellikle de bu sembol ışıkları tohuma
hayat veren ve toprağı ısıtan, hayırseverliğine karşı hiçbir vergi istemeyen,
her gün şaşmaz bir güvenilirlikle doğudan yükselen bir tanrıysa.
Blossius’un Roma’da Tiberius Gracchus’a danışmanlık yaptığı
dönemde sosyal içerikli Gracchan Refomları’nın teorik altyapısını oluşturduğunu
görmüştük. Roma’daki mesaisi ve felsefi düşünceleri onun sosyal konularda hangi
yaklaşıma sahip olduğu konusunda açıkça fikir vermektedir. Blossius’un Roma’dan
kaçmak zorunda kaldığında Aristonikus’a sığınmasını, tesadüfi veya çaresizlik
içinde alınmış bir karar olarak görmek doğru değildir. Blossius, büyük
olasılıkla Doğu’daki karışıklıklardan haberdardı ve belki de liderlerle
ilişkideydi. Muhakkak ki onun Aristonikus’a sığınması isyancı liderin
amaçlarını bilerek gerçekleşmiştir. Başka seçeği yok değildi. Örneğin, köle
kral Eunus’un Sicilya’daki kalesi onun gibi bir sığınmacıya memnuniyetle
kapılarını açardı. Blossius, büyük olasılıkla, bilinçli bir tercih sonucu
Aristonikus’a katılmış olmalıdır. Bir başka deyişle, Aristonikus’u kendi dünya
görüşüne yakın bulmuş olduğunu söylemek mümkündür. Nasıl ki II. Dünya savaşı
öncesinde Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim insanlarının Atatürk’ün
liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınmaları tesadüfi değilse, Blossius’un
da Aristonikus’a sığınması tesadüfi değildi.
Zaman kesinlikle işlerin çığrından çıktığı bir dönemdir. Bir
Yunanlının sözleriyle ‘ülke paranın yönetimindeydi ve geri kalan her şey ona
boyun eğmekteydi’. Ancak Cumae’li Blossius, paranın hükümdarlığına teslim
olmaya razı değildi.
Toynbee, Blossius’u Marks’ın Hellenik prototipi,
Aristonikus’u da onun Bergamalı halifesi olarak selamlar ve hepimizin yakından
tanıdığı Şeyh Bedrettin ile Aristonikus arasındaki benzerliğe dikkat çeker.
Kahrstedt ölçülü bir şekilde Bolşevik Enternasyonali ile paralellik kurar.
Bence Aristonikus’un savaşını bir sınıf mücadelesi olarak
nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Bu
mücadele, hiç kuşkusuz, kölelik karşıtı ve köylü halkın yaşam koşullarının
iyileştirilmesini amaçlayan bir söyleme sahipti. Fakat bunu, o dönemin yapısına
uygun olarak, monarşi, yardımsever bir despotizm, sürüsüne çobanlık yapan bir
krallık sistematiği içinde yapmayı tasarladığını söyleyebiliriz. Değerlendirmelerimizi
her dönemin kendi gerçeklerini göz önünde tutarak yapmak zorundayız. Unutmamak
gerekir ki M.Ö. VII yüzyıl sonlarında İon şehir devletlerinde ortaya çıkan ve
bugün “demokrasi” diye nitelendirdiğimiz rejimler sonuç olarak birer “tiranlık”
idi. Buna rağmen, aristokratlarla
köylüler arasında, tüccar, sanayici ve bunların yardımcıları, gemici, işçi, ve
küçük zenaatçılardan oluşan bir oluşan bir orta sınıfın ortaya çıkması, bu
sınıfın o zamana kadar aristokratların elinde bulunan teamül hukukunun yazı ile
saptanmasını talep etmesi, böylece yazılı kanunların oluşturulması, devlet
işlerine faal olarak katılma mücadelesini yürütmeleri, bu mücadeleler sonunda
yönetime katılma konusunda asalet yerine servet ve geliri göz önünde bulunduran
bazı yasalar yürürlüğe girmesi, bazı şehir devletlerinde sınıf mücadeleleri
aristokrat hükümetlerin yetkilerinin daraltılması,[12] hiç kuşkusuz demokrasi
adına atılmış önemli adımlardı ve İon şehir devletlerindeki yönetimleri o günün
koşullarında “demokrat” olarak adlandırmamızı hak etmekteydi. Dolayısıyla,
sonunda bir monarşiyi hedefliyor olsa da, Aristonikus isyanını “sınıf mücadelesi”
olarak nitelemek bir çelişki olmayacaktır.
Heliopolis söylemini bir ütopyaya benzeten bilim insanları
da vardır. Burada söz konusu olan ütopya İambulus’tur. Bu, Diodorus tarafından
anlatılan bir hikayedir. Iambulus isimli bir şahsın ‘Güneş Adaları’ diye isimlendirilen Hint
Okyansu’ndaki takımadalarda geçici ikametinden söz eder. Doğanın nimetlerini
cömerçe sergilediği bu ekvatoral iklimde huzur içinde yaşayan ve güneşe tapan
bir halkın günlerini köleliğin kamçısından uzak nasıl geçirdiğini anlatır. Ancak
coğrafi romantizm unsurlarının zaman zaman ağır bastığı bir anlatım söz
konusudur. Pöhlmann, Aristonikus’un ‘Iambulus’ romantik ütopyasını
gerçekleştirmenin peşinde olduğuna inanmış ve Bidez ile Hansen’i de bu konuda
ikna etmiştir. Iambulus’un zamanını belirlemek biraz zor gözükmektedir. Bu
konuda sadece bazı önermeler mevcuttur ve M.Ö. III. Yüzyıl ağırlık
kazanmaktadır. Iambulus, Aristonikus tarafından biliniyor olsa bile bu
hikayeden cahil köylüleri etkileyecek bir program çıkarmak zor gözükmektedir.[13]
Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik, Büyük Fransız İhtilali ile
ön plana çıkmış ve günümüzün evrensel değerlerinin temelini oluşturan prensiplerdir.
Aristonikus isyanı, dünya tarihinde bu değerler adına verilmiş olan
mücadelelerin belki de ilk örneklerinden biri olarak önümüzde durmaktadır. Bu
mücadelenin, şu anda yaşadığımız coğrafyada meydana gelmiş olması ayrıca önem
taşıyor. Ord. Prof. Ekrem Akurgal, M.Ö. 1050 – M.S. 395 yılları arasındaki yaklaşık
1500 yıllık bir süreç içinde dünya tarihinin en önemli sosyal, bilimsel ve
kültürel atılımlarının Ege’de gerçekleştiğini söyler. Bizler, Batı dünyasının bu
uygarlığı “Antik Yunan” diye isimlendirmesine itiraz etmez ve bu sebeple de sahiplenmekte güçlük çekeriz. Halbuki bu
uygarlık Ege Göçleri’nden önce bölgede bulunan Anadolu Halkları ile Dorların
önünden kaçıp gelen Hellenlerin oluşturduğu sentezin bir ürünüdür ve Hellen
Yarımadası’ndaki uygarlıktan oldukça farklıdır. İnsanın özgür düşüncesinin ve
felsefenin temelleri bu coğrafyadadır. Bu topraklarda bizden önce yaşamış
insanları tanımanın ve onların kültür mirasını sahiplenmenin çok önemli
olduğunu unutmamak gerekir.
[1] Robert
von Pöhlmann, Geschichte der sozialen Frage und des Sozialismus in der Antiken
Welt, Munich (Ed. 3 Oertel) 1925, I, pp. 405-406
[2] Romalıların
Keltlerle yaptığı savaşlardan sonra Keltleri dağıtmasıyla birlikte, Galatları
oluşturan Kelt kavimleri Romalıların baskısıyla Güney ve Doğu Avrupa'ya
sürüldüler. M.Ö. 280 yılında İstanbul Boğazından Anadoluya geçen Galatlar, 277-274
yıllarında Ege bölgesi yağmalandı; Erythrai ve Milet kısa sürelerle Galatların
eline geçti. MÖ 274'te Bergama kralı Eumenes ve Selevkos kralı Antiokhos
komutasındaki ordu Galatları ağır bir yenilgiye uğratarak Orta Anadolu'ya
sürdüler.
[3] Leukai antik kenti,
Günümüzde İzmir İl sınırları içindeki Çamaltı Tuzlası, Üçtepeler mevkiinde yer
almaktadır.
[4] Akhisar
İlçesi, Mecidiye Köyünün 2 km kadar kuzeyinde, antik Apollanis kentinin
kalıntılarının bulunduğu sahadır. Aristonikos , önce Thyateira’yı sonra da
Apollonis’i ele geçirir ve kuvvetlerini diğer kentlere doğru yöneltir.
[5] Thyateira
(okunuşu "Tiyatira"): Akhisar ilçesinin antik çağdaki ismi. Kent, Lidya
devletinin ve Pergamon Krallığı'nın en önemli yerleşimlerindendir.
[6] Metropolis
Antik Kenti, İzmir ili, Torbalı ilçesi sınırlarında Yeniköy ve Özbey köyleri
arasında bir tepenin üzerinde yer almaktadır. Metropolis, “ana tanrıça kenti”
anlamına gelmektedir. (Meter Gallesia) Aristonikos isyanına karşı Romalıların
yanında yer almıştır.
[7] Bölgede,
birincisi Karia Bölgesindeki Eskihisar’da yer alan, (diğer adı Hadrianopolis),
ikincisi, Lydia’da Manisa civarında olmak üzere iki Stratonicea vardır. Kaynaklarda
adı geçen Stratonicea’nın hangisi olduğu kesinlik kazanmamıştır.
[8] Africa,
W. Thomas (1961) Aristonicus, Blossius,
and the City of the Sun International Review of Social History
Volume 6 / Issue 01 , Apr 1961, pp 110-124
[9] Tarsus’lu
Antipater Stoacı bir filozoftur. Babilli Diogenes’in öğrencisi ve Stoacı
felsefenin liderliğinde halefi olmuştur. Panateus’a öğretmenlik yapmıştır.
[10] Midilli’li
Diophanes zamanının tanınmış Yunan belagatçılarındandır. Tarafımızca bilinmeyen
nedenlerden dolanyı memleketini terkedip Roma’ya gitmek zorunda bırakılmıştır. Roma’da Tiberius Gracchus’un danışmanı ve
yakın dostu olmuştur. Gracchus oligarşinin kurbanı olup katledildikten sonra Diophanes
te onun birçok yakını gibi öldürüldü.
[11] Lidya
bölgesinde, antik Bergama-Sart yolu üzerinde, bugünkü Sazova (veya Beyova)
yakınında bir şehirdir. Pers tanrıçası Anaetis adına kurulmuştur. Bu kült,
Gediz Vadisi’nde görülmekte olup Magi rahiplerinin ilginç ateşe tapınma
ayinlerinden dolayı Yunanlı tarihçiler tarafından M.S. II. yüzyılda bile
anılmaya devam etmiştir.
[12] Mansel,
Arif Müfid (1999) ‘Ege ve Yunan Tarihi’
Ankara, TTK, p. 175-180
[13] Africa,
W. Thomas (1961) Aristonicus, Blossius,
and the City of the Sun International Review of Social History
Volume 6 / Issue 01 , Apr 1961, pp 110-124